"Bu ne ya?" dedi kafamın içindeki Joutsen. Tam olarak, bu ne ya! Cornucopia'nın üzerindeki sayaç patlamayı anımsatan, ürkütücü bir sesle ondan geriye sayarken, birden heyecanla "Dominique!" diye bağırdı akıl hocam "Programda konuştuklarını duydum. Cornucopia adasının hemen altında batık bir ada var ve adanın kayalık kısımlarından girilen, nefes alabileceğiniz su altı mağaraları mevcut. Yani asıl arena suyun altında. Burası daha çok kan dökmek için tasarlanmış. Cornucopia'dan oksijen tüpü almayı unutma!.. Çünkü içeride sadece on beş tane var. Kan banyosunda birinci Büyücü Açlık Oyunları'na katılan haraç kadar haraç elemek istiyorlar."
Dong sesi duyulur duyulmaz ne yaptığımı bilmeden kendimi arenanın serin sularına bıraktım. Denizin sıcaklığı fena değildi ama o kadar tuzluydu ki gözlerimi açmakta zorlanıyordum ve burnuma kaçan birkaç damla genzimi yakıyordu. Stratford öyle yüzme imkanımız olan bir yer değildi ama yavaş bir yüzücü olmadığımı fark ettim. Cornucopia adacığına çıktığımda -adacık dev bir kayaydı ve çok keskin olduğu için elim kesildi- sudan çıkmayı başaran henüz on haraç falan vardı. Bazılarının çıkamamasının sebebi birbirlerini boğmaya çalışmalarıydı.
"Direkt ön taraftan girme." dedi Joutsen "Cornucopia'nın etrafından dolaş, sinsice bir kenardan gir içeri." dediğini yapmak için Cornucopia'nın arka tarafına yapışarak dikkatli adımlarla öne doğru dolaştım. Kafamı köşeden çıkardığımda ortalık felaket görünüyordu. İki kişinin düellosunu unutun, tam önümde beş, altı kişi birbirine girmişti. Yerde boğazı kesilmiş halde yatan dört kişi vardı: Lydia Carter, Coreline Daisy Brooklyn, Charles Murphy ve Brooklyn Morris.
Cesaretimi toplayıp, Cornucopia'dan içeri atılacakken Theodore Scott Owen gözlerimin önünde kılıcıyla Rosalyn Walker'ın kafasını uçurdu. Sıra bana da gelmesine diye yan yan yürüyerek Cornucopia'dan içeri girer girmez Beatrice Reliso elindeki kılıcı göğsüme indirmeye çalıştı ama çok kötü bir kılıç kullanıcısı olduğu için eğilerek hamlesinden kurtuldum ve hazır yerdeyken üzerine atıldım. Elindeki kılıca benim ihtiyacım vardı. Kılıcı bırakması için onu yerde bir süre yumrukladım ve bilinci kapanınca geri çekildim ama kılıcı aldım ve oksijen tüpleri için Cornucopia'nın dibine doğru gittim.
Tam kendim ve grubum için birkaç oksijen tüpü almış ve hızla çıkışa yönelmiştim ki bir köşede oturmuş, ayaklarını karnına kadar çekmiş ve kulaklarını kapatarak ağlayan Leonardo Boomer dikkatimi çekti. Buraya, dev metalik kutuların arasına saklandığı için kimse onu fark etmemişti. Çocuğu yanımda götürmek için bileğinden yakaladığımda arkamı göstererek Joutsen ile aynı anda çığlık attı "DİKKAT ET!" akıl hocam "Arkanda!" diye ekledi.
Tüm bedenimle Cornucopia'nın ağzına döndüm, elimdeki oksijen tüpünü önüme siper ederek Daphne Fiona Anderson'ın attığı hançerden korudum kendimi. Bana tekrar saldıracağını tahmin edebiliyordum. Elimdeki oksijen tüpünü en azından bir süreliğine dikkatini dağıtması için üzerine atıp, Leonardo'yu da yeni oksijen tüpü alması için arka tarafa göndererek kılıcımı çektim. Baş etmem gereken tek kişi o sanıyordum ama Anderson'ın ittifakından Swan Cassidy ve Elvis Cage de geldiler. Leonardo'yu savaşçı olarak saymam mümkün olmadığı için üçe karşı birdim.
Benim ilk hamleyi yapmama gerek kalmadan müttefikim Herman Osborne arkadan saldırarak Elvis Cage'i bıçak darbeleriyle yere indirdi. Hem Swan Cassidy hem de Daphne Fiona Anderson ufak tefek kızlar oldukları için karşılarında iri yarı bir erkek görünce irkildiler. Herman tam kılıcını çıkarmıştı ki Swan Cassidy çığlık attı "İttifak olalım!" fazla zaman kaybettiğimiz için kabul ettik ve oksijen tüpleriyle silahlarımızı alarak Cornucopia'dan dışarı çıktık.
Artık sadece Leonardo'nun Melekleri ve Theodore'un Ordusu savaştığı için ah, bir de Cashmere Gold, Theodore Owen'ı bıçaklamaya çalışıyordu ama kızı kılıçlarla parçalara ayırdılar. Tüm bu tantanada aradan sızmamız kolay oldu. Yerdeki ölülere yani Brandon Clark, Marcus Luke Ramirez, Logan Dylan Bennet, Callisto Travers ve Anastasia Clardon'ın bedenlerine basmamaya özen göstererek Cornucopia'nın arka tarafından kıyıya doğru yürüdük. Augustin etrafına bakınarak "Lucas nerede?" diye sordu. Lucas mı? Onu platformdan beri görmemiştim. Ortalıkta ölüsü de yoktu. Gitmiş olabilir miydi?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Üçüncü Mıntıka | Regulus Black + Açlık Oyunları
FanfictionMıntıka Serisi'nin ikinci kitabıdır. Dünyaların Dokunulmazlığı Antlaşması yapıldıktan sonra her şey normale dönecekti. Döndü de... Ya da biz öyle sanıyorduk. Kim bilebilirdi ki intikam için yanıp tutuşanların bir gün hem büyücü hem de Muggle dünyas...