Evettt sonunda yeni bölüm!! Biliyorum Çarşamba günleri koyacaktım.Fakat tatil nedeni ile son sınavlar üst üste geldi.Üzgünüm.Umarım bu bölümü beğenirsiniz.Önceki bölüm tanıtım gibi olmuştu.Bu sefer bayağı uzun yazdıK.Evet.Efe beyefendi de bir bölüm yazdı.Onu paylaşıp paylaşmama konusunda endişeliydim ama kaygılarımı yendim.Çünkü gerçekten harika yazıyor.İlk olmasına rağmen.Yorum ve oy sayısı öncekine göre fazla olursa bölümleri haftada iki kez paylaşacağız.En çokta Efe'ye yazdırmayı planlıyorum. asdfasd.Çünkü bazen hayal gücümü zorlamama rağmen iyi olaylar kurgulayamıyorum.Efe'ye ihtiyacım oluyor.Ondan yani.Ha bir de benimle aynı düşüncelere sahip insancıklar sizi seviyorumm.Neyse.Keyifli okumalar ^^
Yine sıkıcı bir güne gözlerimi açtım. Yataktan bir türlü kalkasım gelmiyordu. Saat daha sabahın dokuzuydu. Biraz daha uyumak için gözlerimi kapayıp, kafamı yorganın içine soktuğum sırada annemin tiz sesini duydum. Umursamıyor gibi yapıp uyumaya devam edecekken aniden odama girdi. “Miray, hadi kalk. Dershaneye gideceksin kahvaltı hazırladım.” dedi tiz olduğu kadar moral bozan sesiyle. “İyi de saat daha dokuz! Dershanem iki de. Ne bu telaş?” diyerek göz devirdiğimde yorganı üzerimden çekti sıkıcı günü daha da iğrenç hale getiren kişilik. “Saat on’da işe gideceğim. Herkes senin gibi paspallık yapmıyor. Gel de birlikte bir kahvaltı yapalım.” dedi. “Ah, annem beni ne kadar da çok seviyor. Harika bir gün.” sahteden gülümsemelerimi suratıma yerleştirdim. “İçeride olacağım.” çok ciddiydi. Fazla ciddi bir mizacı yoktur. Sanırım çok olmuştum. Yine de umurumda değildi. Yorganı ayaklarımla iteledikten sonra yatağımda oturur pozisyonu aldım. İçerden “Kaldır şu poponu!” dediğini duyunca yavaş bir şekilde ayağa kalktım. Pofuduklarımı ayağıma geçirmeye yeltendiğimde bir eşini kardeşimin odasında unuttuğumu hatırladım ve çıplak ayakla gezmenin daha iyi bir fikir olduğuna karar verdim. Siyah bluzumun üstüne siyah hırkamı giydikten sonra salona vardım. Annemin beni beklediği her halinden anlaşılıyordu. Ben içeri girince çayları koymaya başladı. Masaya oturdum. İyi bir anne gibi görünmeye çalışarak gülümsüyordu. “Ecrin nerede?” “Kardeşin uyuyor. Onun dershanesi yok.” “Aman çok önemli. Ben burada öğlene kadar yatmayı düşüneyim sen sabahın dokuzunda uyandır. Onun kıçında pireler uçuşsun. Harika hayat.” dedim ve tabağıma patates kızartması alıp yemeye koyuldum. Hala bana bakıp gülümsüyordu. Derdi neydi bilmiyorum.
∞ ∞ ∞ ∞ ∞ ∞ ∞
Saat 11.00 olmuştu. Annem diyaliz hemşiresi olduğu için erkenden hastaları almaya, hastaneye gitmişti. Ben ise, koltuğa yayılmış laptopu da kucağıma almış Facebook’ta dolanıyordum. Ana sayfa da o kadar saçma durumlar vardı ki, kusmadan önce hesabımdan çıktım. İlerleyen saatlerde dershaneye gitmek için hazırlanmaya başladım. Dolabımın içi siyah ağırlıklı olduğu için seçim yapmakta zorlanmadım. AC/DC tişörtümü kaptığım gibi üzerime geçirdim. Altıma da siyah fakat askeri desenli olan pantolonumu, ayağıma siyah botlarımı ve son olarakta siyah montumla siyah beremi kafama geçirdikten hemen sonra çantamı alıp kardeşimin odasına gittim. Şirin yüzünde, tombul yanaklarına narin bir öpücük kondurduktan sonra kendimi dışarı attım. Her zaman gözlerimde siyah kalemim eksik olmadığı için makyaj yapma gereği duymadım. Minibüs durağına doğru ilerlerken Ipod Shuffle’ımı çıkarıp Black Veil Brides grubunun Heart Of Fire şarkısını açtım. Bu şarkı beni ciddi anlamda çok iyi hissettiriyordu. Korkusuz birine dönüştürüyordu adeta.
Minibüs durağına çok az kala bu ıssız sokakta biri belirdi. Umursamamaya çalışıyordum fakat o kadar renkli birini bir daha hayatım boyunca görebileceğimi sanmıyordum. Mavi üzerine yeşil çizgili Supra marka ayakkabıları, yine mavili bir kazağı, üzerinde kahverengi montu ve beyaz beresiyle fazla gözüme batıyordu. Onda sevdiğim tek şey dar, siyah kotuydu. Saçları rampa gibiydi fakat beresi yüzünden o kadar dağılmışlardı ki bunu anlamak biraz zordu. Gittikçe birbirimize daha çok yaklaşıyorduk. Müzik sesi kulak zarımı patlatacak seviyeye gelmişti. Yolun karşısına geçtiğinde, bende Ipod’umu kapattım. Kulaklığı çıkarmadım. Çünkü bu beni havalı gösteriyordu. Gittikçe daha da yakındık birbirimize. Çok daha yakın…
Efe’nin ağzından
Güneşli bir cumartesi günüydü. Arkadaşlarla pes oynamıştım. Eve dönüyordum. Yoldan geçerken her kapalı dükkânın camından mükemmelliğime bakıyordum. O sırada, uzaktan bakılınca terk edilmiş gibi gözüken bu sokakta kimsenin olmayacağını sanıyordum. Çünkü ben hep bu yolu kullanırdım ve nadiren birkaç kişiyi görebilirdim. Onu gördüğümde, bir anlık şaşırdım. İlk başta umursamayacaktım fakat hayatımda ilk defa bu kadar siyah düşkünü birini görmüştüm. Biri bana onun kim olduğunu sorsa, tanımadığım halde Siyah’ın Tanımı diyebilirdim. Bu kadar siyah olmak onu nasıl rahatsız etmiyordu? Düşüncelerim beynimi boğmuştu.
Yürümeye devam ederken onun da gözlerinin benim üzerimde olduğunu anlayabilmiştim. Saçları kıvırcıktı. Uçları biraz sarıya yakın koyu kumral saçları vardı. Genelde kıvırcık saça sahip olanlar sevecen olurlar. Ama o, sanki tüm sevecenliğini siyaha boğmuş ve nefretini dışarıya savurmuş gibi duruyordu. Yinede bu onu gizemli göstermekten alıkoyamıyordu.
Biraz daha yaklaştıkça karşı kaldırıma geçme isteği belirdi içimde. Sanırım biraz korktum. Evet, benden küçük görünüyordu ama her an ne yapacağı belli olmazdı, öyle değil mi?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Siyah'ın Tanımı. (ASKIDA)
Novela JuvenilSiyah'ın gizemini çözmüş bir kızın, Gökkuşağı'yla buluşmasını anlatan hikaye..