"Octavia, bunu yapmamalıyız-""Seni kaybetmeyeceğim, Hope," dedi Octavia onu dinlemeden. Genç kızla birlikte ormanda hızla yürürken savaş alanından da uzaklaşıyorlardı. Daha doğrusu, Octavia onu zorla götürüyordu.
Octavia, "Bu savaş, hiçbir yere varmayacak," diye açıkladı. "Durduramayacaksak ve sonunda herkes ölecekse benim görevim seni güvende tutmak."
Hope, "Ben bunu istemiyorum," dedi bıkkınlıkla. "Orada arkadaşlarımız var, halkımız var!"
"Onlara seçenek sundum ve bize sonradan katılacaklarını söylediler. Ben kimseye ihanet etmedim. Sen her şeyden önemlisin."
Octavia konuşmaya devam edecekken önüne tanıdık biri çıktı. Bill Cadogan ve Bardo askerlerinden oluşan bir grup, Hope ve Octavia'nın karşısındalardı.
Octavia refleks olarak Hope'un önüne geçti, sonra "Ne istiyorsun?" diye sordu.
Cadogan, Octavia'ya cevap vermedi; onun yerine adamlarına "Koruduğu kızı alın," dedi. Octavia "Hayır!" diye bağırdı öfkeyle. Hope'un tam önüne geçmişti, önünde ona Bardo silahı doğrultmuş insanları görmezden geldi. Kınındaki kılıcı uzun zaman sonra ilk kez çıkardı.
Derken ne olduğunu anlamadan kılıcı elinden düşürüldü, birkaç görünmez Bardolu tarafından kolları tutuldu.
Octavia, "Bırakın beni!" diye bağırıp delicesine çırpınırken Cadogan hiç oralı olmuyordu, Hope'u tam yanına aldı.
Cadogan sinir bozucu sakinliğiyle "Ah, bu bencil sevgimiz," dedi. Octavia, Hope için bağırırken sımsıkı tutulmaya devam ediyordu.
"Bizi zayıflaştıran şey hep bu oldu," diye devam etti Cadogan. "Ama buna bir son vermemiz gerekir.
Octavia için her şeyin durduğu an, o andı. Hope'un altın rengine bürünmüş bedeninin yavaş yavaş parçalara ayrıldığına ve havaya karıştığına şahitlik etti. Her şey aslında çok hızlı olmuştu, ama sanki o an saniyeler geçmek bilmemişti.
Hope'un bedeni birkaç saniye içinde tamamen yok olmuştu.
Octavia'nın çığlığı öyle acıydı ki, anomaliye bağlı tüm gezegenlerde o çığlık yankılanmış olabilirdi.
Gözü hiçbir şeyi görmüyordu, kulağı hiçbir şeyi duymuyordu. Yalnızca hayatında en acınası bulduğu hisle etrafındaki insanlara canavar gibi saldırıyordu: intikam isteği.
Eline aldığı kılıcıyla karşısına tüm Bardo askerlerini bir gram acımadan öldürüyordu. İçlerinden, "Lütfen, bir ailem var," veya "Biz sadece bunun için eğitilen ve buna zorlanan piyonlarız, yalvarırım bizi öldürme," diyenler oluyordu elbet; hatta birkaçı Octavia'nın ayağına kadar kapanmıştı. Ama Octavia'nın umrunda bile değildi, karşısına çıkan herkesi sinek gibi avlamaya meyilliydi ve her hücresi nefret doluydu. Geriye kalan tek ailesini, hayatındaki en önemli şeyi ondan almışlardı. Hope'a ne olduğunu bile bilmiyordu; tek bildiği, Hope artık onunla değildi.
Tüm Bardo askerlerini öldürdüğünde, geriye sadece Cadogan kalmıştı. Octavia'nın tepkisine hiç şaşırmış gibi görünmüyordu. Octavia, iğrenerek baktığı adama kılıcını doğrulttu.
Cadogan, her zamanki gibiydi, sakin ve ılımlı.
"Octavia, eğer beni öldürürsen, bunca zaman benim için savaşan tüm Bardo insanları ölecek. Her şeyin sonu gelecek."
Octavia geri adım atmıyordu, tek istediği şey Hope'a bunu yapan insana hakettiğini vermekti.
"İnanmıyor musun?" diye sordu Cadogan. Göğsündeki değişik sembollerle bezenmiş armayı gösterdi. "Bu, Bardo için kodlanmış bir cihaz. Ben öldüğüm an, Bardo da biter. Emin ol, zarar gören tek taraf Bardo olmayacak."

ŞİMDİ OKUDUĞUN
The 100: Simulation
FanfictionYaşanan her şey, Ark'a girmiş bir nakliye gemisinin oluşturduğu bir simülasyondan ibarettir. Peki halk, akıllarıyla oynayarak onlara sahte bir dünya hazırlamış olan bu insanlara karşı nasıl bir tutum sergileyecek? UYARI: 7. sezon spoilerı içerir. N...