5: "acı da olsa gerçeği kabullenmek"

9.7K 918 540
                                    

BÖLÜM 5: ACI DA OLSA GERÇEĞİ KABULLENMEK

Uyanmıyordum.

Neden bir türlü uyanamıyordum?

Tarihlerden 8 Ocak'tı. İki gündür güne gerçek hayatıma dönmüş olacağımı, bu rüyanın artık sona erdiğini umarak açıyordum gözlerimi. Ama olmuyordu. Bugün de güne aynı küçük odada, aynı yatakta başladım. Uyanalı belki bir belki iki saat olmuştu. Hava iyiden iyiye aydınlanmıştı ve bugün ocak ayına nispeten aşırı güneşli bir gündü. 

Yataktan çıkmak için yeterli motivasyonu bulamıyordum kendimde. İstediğim tek şey her şeyin sona ermesi ve gözlerimi araladığımda kendi yatağımda uyanmaktı. Birkaç metre ötemdeki yatakta uyuyan Vefa'yı sinir krizine sokarak uyandırmak istiyordum. Annemin beni bu yüzden azarlamasını, kahvaltıda sırf kardeşine karşı iyi davranmayan bir abi olduğum için beni cezalandırmak için çayıma tuz katmasını... Hepsini öylesine özlemiştim ki. 

Artık uyanmam gerekiyordu.

Ve uyanmadığım her an korkunç bir düşünce kanser misali yayılıyordu. 

Ya gerçekse?

Ya gerçekten tüm bunlar bir rüya değilse ve ben kendimi 1970'lerde bulmuşsam?

İnanılır gelmiyordu.

Bu durumu kabul edemezdim. Zamanda yolculuk yalnızca filmlerini izlediğim, kitaplarını okuduğum bir şeyden ibaretti. Zaman makinesiyle uzaktan yakından bir alakam yoktu, bir deneye denek olarak da başvurmamıştım. Bulunduğum zamanı, ailemi ve arkadaşlarımı seviyordum. Hiçbir zaman şikayetçi olmamıştım yaşamımdan. Geçmişe özlemim de yoktu. Keşke şu zamanlarda yaşasaydım diye bir kez bile düşünmemiştim. 

Düşünseydim bile bu yalnızca bir hayal olmalıydı.

Gerçek değil.

Duvar köşesine sinmiş bu gereksiz düşüncelerime kafa yorarken odanın kapısı yavaşça açılmıştı. Yalnızca iki gün önce tanıdığım sarışın adam, tamamen bir yabancıydı, "Uyanmışsın," diye mırıldandığında ona cevap vermeye çalışmadım. Kimseyi görmek ya da kimseyle konuşmak istemiyordum. Hiçbirini tanımıyordum. Bu insanlar benim için bir anlam ifade etmiyordu. "Çeşmeye su doldurmaya gideceğim, geleceksen gel."

"Hayır." Gözlerimi ondan pencere çevirdim. Yeşillerinin ağırlığını üzerimde hissettim. Öylece durmuş bana bakıyordu ama dönüp bakmamakta ısrarcıydım. Kimseyle muhatap olmak istemiyordum. 

"Bir şeyin mi var?" Şüpheci bir tavırla sorduğunda yalnızca dertli bir iç çektim.

"Yok." Dilim içimde kopan fırtınaların esintisiyle bu kelimeyi söylediğinde bana inanmadığını birkaç saniyeliğine yaşanan sessizlikten anlamıştım. Yine de sorgulamamıştı. 

"Ben gidiyorum o halde." 

Arkasını dönüp odadan çıktığında pencereye bakmaya devam ettim. Beyaz bulutlarla çevrelenmiş mavi gökyüzü tertemizdi. Ufuk çizgisinden biraz yükselmiş olan güneş geniş araziye saçıyordu ışıklarını. Üzerine kalın kıyafetlerini giymiş solcu kapıdan çıktığında gözlerim ona döndü. Çıktığında hava göründüğünün aksine soğuk olmalı ki ellerini hızlıca birbirine sürterek ufak bir ısı açığa çıkarmış ve ardından kapıyı çekmişti. Gözleri benim içinde bulunduğum odanın penceresine dönüp bana baktığında bakışlarımız birbiriyle kesişti. Meraklı bir ifadeyle beni şöyle bir incelese de sonra önüne dönüp hızlı adımlarla merdivenleri inerek göz hizamdan çıktı. Keşke ben de kolaylıkla çıkıp gidebilseydim kendi hayatıma.

Bir anda elimden sahip olduğum her şey alınmıştı. Kendimi yabancı olduğum bir diyarda buluvermiştim. Buraya ait değildim. Hiçbir zaman da olmayacaktım. Peki bu olanlar nereye kadar sürüp gidecekti? Bir daha ailemi, arkadaşlarımı göremeyecek miydim? 

Zamanın Eli Değdi Bize ✘ gayHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin