28: "seninleyim, kalbim ve zihnimle"

5.1K 482 448
                                    

BÖLÜM 28: SENİNLEYİM, KALBİM VE ZİHNİMLE

Hayatı çözmek mümkün değildi. Elle tutulur, somut bir şey olmadığından mı kaynaklanırdı yoksa göreceli olduğunda mı bilinmez, iç içe girmiş düğümlerden farksızdı. İnsanoğlu da düğümlere bayılırdı, doğasında vardı bu. Her düğümde olduğu gibi hayatı çözmeye, anlamlandırmaya çalışıyorduk. Bazıları bu bilinmezliği olağanüstü kavramların açıkladığını düşünüyordu. Bazılarıysa bir anlamı yok diyerek kestirip atmayı tercih ediyordu. Önümüze ne çıkarsa çıksın siyah veya beyaz olmaya çalışıyor ve taraf tutmayanın bertaraf olacağını söylüyorduk. Neden böyle bir genel kanıya varılmıştı? Daha doğrusu bu kuralı kim belirlemişti? Neden koskoca dünyaya sınırlar çizmiş ve o sınırlar için savaşmıştık? Ten rengimize, göz şeklimize göre ayırmıştık birbirimizi. Sonra aynı renktekiler din adı altında ayrılmıştı. Aynı dindekiler başka mezheplere veya görüşlere ayrılmış, ayrılıklarımızı dallandırıp budaklandırmıştık. Farklılıklarımızı kabullenip saygı duymaktansa bunları hep bir savaş çıkarmak uğruna kullanmıştık.

Siyah veya beyaz. Sağ ya da sol. İnançlı ya da inançsız.

Milyonlarca, milyarlarca insan tam da bunlar gibi iki seçenekten birini seçmek zorunda bırakılmış ve sonucu ne olursa olsun her zaman bir diğerini seçenler tarafından öldürülmeye layık olduğu görülmüştü.

"Cumhuriyet Senatosu; Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan hakkındaki idam kararını onayladı," demişti radyodaki adam. Bunu duyan tüm solcular büyük bir sessizliğe gömülmüştü. Hepsi düşünceliydi.

En sonunda sessizliği Feridun, "Zor kullanmamız lazım," diyerek bozmuştu. "Mecburuz, geri dönüş yok."

"İki gün sonra yola koyulalım," dedi Doğan, kafasını sallayarak. Tüm solculardan onu onaylayan mırıltılar döküldü.

Neyden bahsettiklerini bilmediğimden gözlerimi hemen yanımdaki sarışınıma çevirdim. Düşünceli gözlerle duvarı izlediğini fark ettim. Dalgın görünüyordu. "Nereye?" diye fısıldadım ona doğru. Sesimi duymasıyla yeşillerini bana çevirdi. Bir şey demeden uzun uzun gözlerime baktıktan sonra, "Gidelim mi?" diye sordu. Konuşmak istemediğini anladığımdan bir şey demeden kafamı salladım. Evdekilerle vedalaşıp pansiyona doğru yola koyulduk.

Birkaç saat sonra ikimiz de duşlarımızı almış ve birleştirdiğimiz iki yatağın üzerine bağdaş kurarak oturmuştuk. Öztürk'ün durgunluğu gözümden kaçmış değildi. Bir şey vardı. Kötü bir şeydi ve Öztürk bunu bana söylemiyordu. Benden saklamaya çalışıyordu ama pek becerebildiği de söylenemezdi.

"Ne oldu?" diye sordum, ellerini ellerimin arasına alarak. "Durgunlaştın?"

"İçime hiç sinmeyen bir şey yapacağız," dedi, birleşen ellerimize bakarak. "Bu yüzden düşünceliyim, bilmiyorum. Kendi doğrularımız ve savaşımız için başkalarını alıkoymak mantıklı mı?"

Dudaklarımı birbirine bastırarak birkaç saniye ona baktım. Neden bahsettiğini bilmesem de, "Değil," diye mırıldandım. Çünkü öyleydi. Ne olursa olsun kendi çıkarların uğruna diğerlerine zarar vermek kötüydü. "Bunun doğru olmadığını en iyi ikimizin bilmesi gerekmez mi Öztürk?"

Sıkıntılı bir nefes çekti içine. Başparmağı yavaşça avucumun içini okşuyordu. "Ölmemeleri gerekiyor," diye mırıldandı. Deniz, Hüseyin ve Yusuf'tan bahsediyordu. "Ölmelerine izin veremeyiz."

"Eskisi gibi kararlı mısın?" Merakla sordum. Ölmeyecekler, demişti. Buna izin vermeyecekti. Şimdi ne düşünüyordu? "Ölmeyecekleri konusunda o kadar emin misin şimdi?"

Sessiz kaldı. Sessizliği çok anlam ifade ediyordu. Gerçekleri kabullenmişti. Ama bunu kabullenmesine rağmen son çabalarını gösterme tutkusunu da anlıyordum.

Zamanın Eli Değdi Bize ✘ gayHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin