6: "yollarımız burada ayrılıyor"

8.6K 933 550
                                    

BÖLÜM 6: YOLLARIMIZ BURADA AYRILIYOR

"Yoruldum," dedim, ellerimi dizlerime koyduğum sırada. Ne kadar süredir yürüdüğümüzü bilmiyordum ama sanki günler gibi hissettiriyordu. Güneş doğmadan yola koyulmuştuk ve şimdi tepemize geliyordu. Uzunca bir süre yürüdüğümüz dağlık yolun ardından sonunda düzgünce yürüyebildiğimiz yola inmiştik. Bunun şehre yaklaştığımızın göstergesi olduğunu düşünmüştüm ama maalesef öyle olmamıştı. "Daha çok var mı?"

"Çok kalmadı. Şu tepeyi çıktıktan sonra otobüse bineceğiz. İstersen dinlen biraz." Benimle birlikte o da durmuştu. Çevrede dinlenecek hiçbir şey yoktu, ayakta durmanın da bir işe yaramayacağını biliyordum. Bir an önce gitmek istiyordum.

"Gerek yok, yürürüm."

Ellerimi montumun cebine koyup yanında yürümeye devam ettim. Çok zaman geçmedi, dediği gibi küçük tepeyi de çıktıktan sonra insan yerleşkesine girmiş bulunuyorduk. İlerideki geniş yolda birkaç tane araba geçiyor, insanlar yürüyordu. Normalde resimlerini bile görünce garipsediğim o 'tuhaf' arabalar her yerdeydi. Tabii sayı olarak o kadar da çok değildi. Hala yolun büyük çoğunluğunu at arabaları oluşturuyordu.

İşlek bir yere benziyordu. Bir yerde pazar misali yan yana tezgahlar kurulmuştu. İnsanlar ellerinde poşetlerle geziniyordu. Kalabalık veya gelişmiş bir yer değildi aslında ama günlerdir dağın başında olmanın ve yalnızca birkaç insan görmenin verdiği etkiyle sanırım buradaki nüfusu dünyanın yarısı sanabilirdim.

Gözlerim etrafta gezinirken, "Vay be," diye mırıldandım. Burası Ankara'nın hangi semtiydi bilmiyorum ama ne uzun binalar ne de alışveriş merkezi vardı etrafta. Sıkıcı memur şehri kavramından biraz daha uzaktı. Hala doğadan izler vardı. Her ne kadar güzel bir şey olsa da yabancı hissettiriyordu. Bambaşka bir yermiş gibi.

"Otobüse niçin biniyoruz?"

"Kızılay'a gideceğim. Sen gitmeyecek misin?" Kızılay... Lise hayatımın neredeyse her gününü geçirdiğim o meşhur semt. Sakarya caddesinin sokaklarında az mı balık yiyip publarında tekila içmiştik... Sokaklarında ve mekanlarında elimde gitarımla söylediğim çok fazla şarkı vardı Kızılay'ın dinlediği. Ezberlemişti belki de beni.

Ama şu an benim sesime aşina değildi.

"Çok uzak mı buraya?" Sesim olması gerekenden fazla hevesli çıkmıştı. Öyleydim de yalan yoktu. Her ne kadar çok bir şeyi olmasa da Ankara'ya aşık bir çocuktum. Çocukluğum 'la bebe' deme ve duymalarla geçmişti. Hiçbir zaman bu şehirden vazgeçebileceğimi düşünmemiştim. Öyle de olmuştu zaten. Lise arkadaşlarımın büyük çoğunluğu denize kıyısı olan şehirde yaşamak istediklerini söyleyerek terk etmişti Ankara'yı. Bense üniversite için herkesin meraklısı olduğu İstanbul'a gidebilme fırsatım olmasına rağmen Ankara'da kalmayı tercih etmiştim.

Bunda aileme olan bağlılığımın da etkisi vardı. Her ne kadar kendi ayaklarım üzerinde durmamı bana öğretmiş olsalar da onlardan ayrı kalamayacağımı biliyordum. Özellikle yıllarca.

Dudaklarımı birbirine bastırdım.

Ailemi düşünmemeliydim.

"Bir saat sürer."

Kızılay'ı görmeyi tabii ki çok istiyordum. Ezbere bildiğim sokaklarında nelerin farklı olduğunu gezmem gerekiyordu. Ama param yoktu işte. Ve ben yanımdaki bu adama daha fazla yük olmak istemiyordum. Günlerdir önüme yemek koymuş, üstüme kıyafet vermiş, maddi manevi her şeyi yapmıştı. Bir de otobüs parasını ödemesini isteyemezdim ondan.

"Neyse gerek yok," dedim, belli bir hüzünle. Yollarımızın burada ayrılması gerekiyordu. "Bundan sonra başımın çaresine bakarım ben."

"Burada başının çaresine bakamazsın." Çenesiyle yürümem için işaret etti. "Şehir merkezine gidelim önce." Nasıl olduğunu bilmesem de onunla merkeze gitmek istediğimi hissetmiş gibiydi. Bana bu şekilde iyi davranması içimde garip bir his oluşturuyordu. Onu anlamaya çalışsam da olmuyordu, kapalı bir kutu gibiydi. Belli ki o beni bir kitap gibi okuyordu. Ne kadar tuhaf bir adamdı böyle?

Zamanın Eli Değdi Bize ✘ gayHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin