prologue: escaping from auschwitz

3.1K 180 103
                                    

        Soğuk bir kış gecesi, Hanuka'nın son gününde genç kadın; şöminenin sol çaprazındaki sedirde oturmuş küçük kızının saçlarını örerken kapının çalmasıyla ayaklandı. Kocası kapının açılmasıyla kendini içeri attı; paltosunu çıkarmaya tenezzül bile etmeden yatak odalarına doğru hızlı adımlarla yürüdü.

        "Augustyn, bu ne acele?" 

        Augustyn arkasında duran karısının yüzünü avuçları içine aldı:

        "Eliza, Naziler önlerine çıkanları ezerek ilerlemeye devam ediyorlar. Buraya ulaşmaları an meselesi. Bu gece gidiyoruz."

         Hala sedirde oturmakta olan Weronika' nın tek anladığı gidiyor olmalarıydı. 7 yaşındaki bir çocuğa göre anlamsız olan tüm o kelimelerin içinden bir tek gideceklerini anlayabildi. Naziler kimdi? Niye geliyorlardı? Onu tüm bu düşüncelerinden sıyıran Eliza oldu:

        "Weronika, tuvaletin var mı?" Vardı. Kafasını aşağı yukarı salladıktan sonra tuvalete gitti, Augustyn dolabın üstünden indirdiği, derileri dökülen bavula kıyafetleri yerleştirirken Eliza komodinin çekmecesinden çıkardığı kutuyu açtı. İçinde ona annesinden kalan bir çift elmas küpe, Eliza'nın sahip olduğu tek mücevher, vardı. Küpeleri bir kesenin içine yerleştirdikten sonra boynuna asıp, tuvaletten ona seslenen kızının yanına koştu. Lambanın gazı bitmişti ama lambayı tekrar yakmanın bir manası yoktu. Karanlıktan korkan kızını kucakladığı gibi yatak odasına geri döndü.

        "Bunu yanımıza alamayız." Augustyn elindeki kutsalını dolabın içindeki rafa kaldırdı, kapağı kapadı. Asılı olan gaz lambasını alarak oturma odasına geçti. Hanukiya sönmek üzereydi. Gaz lambasını masaya bıraktıktan sonra perdeyi araladı. Elijah, 1935 model bir Ford arabayı sokağın köşesine çekmiş onları beklerken purosunu tüttürüyordu. Eliza kızını yün bir battaniyeye sarıp boştaki eliyle bavulu kaldırmaya çalışırken Augustyn bavulu sıkıca kavrayıp sokak kapısını açtı. Etrafı kolaçan ettikten sonra karısıyla kızının dışarı çıkmasını bekledi. Onlar arabaya doğru yürürken Elijah arabayı çalıştırdı ve çok kısa bir süre içinde yola çıktılar.

       "Biraz sonra Charlotte'ın evine varmış oluruz."

       Charlotte, bir İngiliz yarbayının tek kızıydı. Uzun koyu sarı saçları, çilli bir cildi, ela gözleri ve gözlerini gölgeyen yoğun kirpikleriyle Elijah'ı daha ilk karşılaşmalarında kendisine aşık etmişti. Kısa bir süre önce Elijah ile nişanlanmış şimdi ise babasının yardımıyla sevdiği adamla mutlu bir hayat kurabilmek için onu İngiltere'ye kaçırtıyordu. Elijah'ın bu fırsatı değerlendirmemesi için hiçbir sebep yoktu. Çünkü Elijah'ın geride bırakacağı bir ailesi bile yoktu. Kendini bildi bileli askeriyede, askerlerin içindeydi. Yalnız bir kişi vardı ki... Augustyn. Can dostuydu onun. Onsuz hiçbir yere gitmezdi. Augustyn' i ikna etmesi zor olsa da gidiyorlardı işte!

        Nihayetinde, trenle Fransa' ya doğru yol almaya başladıklarında Weronika' nın göz kapakları ağırlaştı, esnemeye başladı. Çok sürmeden sarhoş askerlerin söylediği şarkılar eşliğinde uyudu. Bir günlük yolculuğu sona erip, ayakları Paris' e bastığında ise yabancılığı iliklerine kadar hissetmişti. Öyle bir yabancılıktı ki bu, sanki değişen tek şey ülke değildi. Nitekim Elijah' ın, babasının eline tutuşturduğu kimliğin üzerindeki isim de buna arka çıkıyordu: Victoria Swan.


     Selam arkadaşlaaaarrr görüşmeyeli nasılsınız? Saat geç oldu farkındayım ama giriş bölümünü atayım ilk defa okuyacak olanlarda az çok fikir oluşsun ve bir an önce asıl hikayemizin bölümlerini ufaktan atmaya başlayayım dedim.
  
         

        

         

    




𝙩𝙝𝙚 𝙨𝙥𝙮 ➳ 𝙨𝙞𝙧𝙞𝙪𝙨 𝙗𝙡𝙖𝙘𝙠Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin