johnny utah - honeypie
"Alice ben senin tribine başlayayım tamam mı hayatım!"Saçımı savurup hızla kafamı salladığımda Eunbyul bir saattir bana saydıran Chae'yi susturmaya çalışıyordu. Ama hanımefendi söylenmeye devam ediyor, gittikçe çileden çıkan beni zorluyordu.
Burada haklı olan bendim. Benim son çikolatalı kekimi yemişti. O kek benim hakkımdı, nasıl yiyebilirdi!
Yeni regl olmuştum, sancılı bir şekilde karın ağrım vardı. Asabiydim, huysuzdum ve dokunsalar ağlayabilirdim.
Üşüyordum ve montumu almayı unutmuştum. Üzerimdeki gri kotum ve lila rengi ince kazağım da bana hiç yardımcı olmuyordu. Tek güzel şey siyah bağcıklı botlarım olabilirdi.
Kumral rengi uzun saçlarımı tepeden topladım. Uçuşan kahküllerimi düzeltirken göz ucuyla karşımda oturan Eunbyul'a baktım. Her zamanki gibi sessizdi. Siyah montuna sıkı sıkı sarılmıştı, kırmızı beresinden çıkan çikolata kahvesi saçları dalgalanıyordu.
Yanında oturan Chae telefonla oynuyor, benim yanımdaki Jieun ise sarı saçlarını tarıyordu.
Bense oturduğumuz masalı bankta kitap okumaya çalışıyordum ama rüzgar buna izin vermiyordu. Kitabımın sayfaları sürekli uçuşurken okuduğum sayfayı kaybetmemle birlikte kitabın kapağını sertçe kapattım. Bugün ekstra kötü geçiyordu.
Bazen Avustralya'yı özlüyordum, evimi özlüyordum...
Sydney'de doğmuştum. Annem Melbourne doğumlu zarif bir kemanist iken babam Seoul doğumlu bir yüzme antrenörüydü. Avusturalya'da kocaman bir spor tesisi alınca orada yaşamaya başlamış ve annemle tanışmıştı. Ailenin ilk çocuğuydum. Benden 4 yaş küçük biri kız biri erkek olmak üzere ikiz kardeşlerim vardı. Tam bir baş belaları olmalarına rağmen onları bile özlüyordum.
Liseyi Seoul'de okumak istemiştim ve ailemin de onayıyla Seoul'e yerleşmiştim. Üniversitede çok istediğim Biyoloji bölümünü tam puanla kazanmış ve bu şehrin yerlisi olmuştum artık. Şu an kızlarla üniversitede ikinci yılımızdaydık. Kendi dairemde evde kalmış dul kadınlar gibi kedim Malibu'yla yaşasam bile yine de mutluydum ama bazen öyle anlar geliyordu ki yalnızlık hissiyatı bütün organlarımı ele geçiriyordu.
Bugün de o anlardan birindeydim.
Koyu kahverengi çekik, büyük gözlerim, fazla soluk tenim, gamzelerim ve doğal sarıya yakın açık kahve - kumral saçlarım ile farklı olduğum her halimden belli oluyordu. Ya da ben öyle düşünüyordum, bilmiyordum.
Eğer kızlar olmasaydı çoktan terk etmiştim belki de bu şehri. Eunbyul, Chae, Jieun... Onlar olmasa ne yapardım bilmiyordum, bu şehrin ve lise hayatımın bana kattığı en güzel şeylerdi onlar.
Tabi bir şey daha vardı; Adını bile duyunca mideme kelebeklerden çok ağrılar veren platonik aşkım Nakamoto Yuta.
Yuta ile lisede tanışmıştık. O Japonya'dan gelmişti, ben Avustralya'dan. İkimiz de yabancıydık bu şehire, ama arkadaşlarımızla alışmıştık.
Ona deliler gibi aşık olduğumu çok iyi biliyordu. Hatta sadece o da değil, bütün üniversitenin haberi vardı ama Yuta bana hiçbir zaman umut vermemişti. Belki de böylesi daha iyidi, bana karşı bir şey hissetmiyordu ve bunu gösteriyordu.
Bizim ilişkimiz en fazla benim ona yürümelerim ve sataşmalardan ibaret olabilirdi, daha ilerisine gitmeyi istesemde bu kadardı.
"Alice bak, geldi seninki" dedi Chae.
Duyduğum sesle düşüncelerimden kurtuldum. Arkamı döndüğümde Yuta ile arkadaş grubunu gördüm. Bizim masanın hemen yanındaki boş masaya ilerlerken göz göze geldik.
Koyu kahverengi saçlarının arkalarını kestirmişti, uzun kısımları dağınık bir şekilde alnına dökülüyorlardı. Beyaz boğazlı bir sweatshirt, siyah bir kot, aynı renk botlarıyla sıradan görünüyordu. Bir elinde lacivert kot ceketi, sırtında çantası vardı.
Yanında İngiliz Dili ve Edebiyatı bölümünden Mark Lee, diğer tarafında Mark ile aynı bölümden olan Johnny Seo, arkasında Bilgisayar Mühendisliği bölümünden Jung Jaehyun, bizden bir sınıf küçük ama abisiyle aynı bölümden olan kardeşi Jung Jaemin ve Mimarlık bölümünden Lee Taeyong vardı.
Onlar da bizim gibiydi, yıllardır yakınlardı ve arkadaştan öte kardeş gibi olduklarını biliyordum. Jaemin hariç hepsi bizimle yaşıttı. Yuta da Japon Dili ve Edebiyatı bölümündeydi zaten.
Onları bu kadar iyi tanımamın sebebi Jaemin'in arkadaşı ve beyninde sorun olduğunu düşündüğüm Lee Donghyuck'tu. Para karşılığında bunları söylettirmiştim. Çocuk resmen şaka gibiydi.
Ben ona gülümserken o da bana bakmayı sürdürüyordu. Alaylı bir tonda seslendim. "Yuta, bugün nasılsın japon balığım?"
Jaemin kahkaha atmaya başlarken diğerleri sadece tebessüm etmekle yetinmişlerdi. Yuta yanıma gelip başımda dikildi ve konuştu. "Sana da günaydın Alice ama saat sabahın sekizi. Görüyorum ki sabah sabah yine formundasın."
"Hiç sorma ya onu, daha kötü bir gün geçiremezdim ama sen varsın. Göz zevkim yükseldi yakışıklı," deyip göz kırptım.
Kızlar da kıkırdarken Yuta gülmemek için kendini zor tutuyor gibi görünüyordu. Düz bir ses tonuyla konuştu, "Asla vazgeçmeyeceksin değil mi? İnatsın çünkü."
Gülümseyerek cevap verdim, "Asla! Emin ol bir gün bana sırılsıklam aşık olacaksın. Ama tek sorun şu ki; sana belirli bir tarih veremem."
Kafasını sallayarak "Tabi canım tabi," dedi ve masaya, diğerlerinin yanına oturdu.
"Tabi canım tabi" üç kelimenin sizi nasıl üzebileceğinin canlı kanıtıydı.
Kızlar bu durumlara alıştıkları için seslerini çıkarmamışlardı. Hepsi bir şeyler ile uğraşmaya başlarken benim ise tek yaptığım kitabıma geri dönmeye çalışmak olmuştu.
🍯🍯🍯
Ahh Alice çikolatalı kekim... İlk bölümle karşınızdayım. Kafamda bir şeyler oluştu ama nasıl ilerleyecek bilmiyorum, tatlı bir fic olacak ama. Ondan eminim. Normalde ana karakterimiz her zaman Eunbyul olurken sadece bu kurguya özel Alice'i yazmak istedim.
Kendinize iyi bakın ballarım, sizi seviyorum ♥️
ŞİMDİ OKUDUĞUN
honeypie
Fanfiction❝Çünkü sen benim ballı turtamsın.❞ girl × nakamoto yuta (nct members) [completed] fluff au¡ start: 06.11.2020 finish: 27.04.2021 • book cover by @preallens © laviniabel | 2020 all rights reserved