Dazai, geceden daha karanlık bir sabaha uyandığında önceki günün tüm yorgunluğunu üzerinde hissediyordu. Sersem bir şekilde ayaklarını yataktan aşağı sarkıtarak oturdu ve bir süre öylece karanlığı izledi. Zihni buğulu bir sisin ardında kalmış gibiydi. Ağrıyan gözlerini ovuşturdu ve yatağının yanındaki komodine yerleştirilmiş olan gaz lambasını, bir kibrit parçası ile yaktı. Dün geceden arta kalan yağmur, geriye gri bir gökyüzü ve ruhsuz bir sabah bırakmıştı. Dazai, üzerindeki tüm ağırlığa rağmen ayaklandı ve yüzünü yıkamak için odadaki makyaj aynasının önüne bırakılmış su dolu leğeni kullandı. Gaz lambasının sarı ışığı sol yanağına vururken aynadan yüzüne dikkatle baktı. Gölgeler ardına saklanan ayrıntılar dolayısıyla karanlığa minnettar olarak sargılarını yeniledi ve kıyafetlerini, cildini kaşındıran sargıların üzerine geçirdi.
Odasından çıkıp kahvaltı için hanın yemek bölümüne ilerlerken dün olanları hafifçe gözden geçirdi. İçinden bir ses, halk arasında dolanan söylentilere daha fazla dikkat etmesi gerektiğini söylüyordu. Bunu araştırmayı aklına koyarak masalardan birine yerleşti. Tam o sırada, onun gelişini beklermiş gibi, hancı kadın mutfak kapısında göründü. Üzerinde, şık olmasa da, günlük olmadığı bariz olan kıyafetler vardı. Tüllü şapkasının ardından boyalı dudakları da görüntü ile birleştiğinde Dazai'nin kaşları havalandı, eline geçen fırsat ile birlikte hafif bir gülümsemenin dudaklarına yerleşmesine engel olamadı.
"Bugün oldukça şık görünüyorsunuz hanımefendi, görünen o ki öylesine bir sabaha uyanmadık," dudaklarından dökülen iltifata karşılık karşısındaki kadın utangaç bir gülümseme sergiledi ve elindeki tepsiyi masaya bırakırken konuştu.
"Bugün günlerden pazar, kasaba halkı pazar ayinine oldukça önem verir."
Dazai, eline geçen fırsata karşılık keyifli gülümsemesini sürdürerek teşekkür etti. Kasaba halkının hepsini birden gözlemleyebilecek olmasının yanı sıra, bilgi toplamak için de oldukça elverişli bir durumla karşı karşıyaydı. Her ne kadar kendisi bu tarz etkinliklere önem veren biri olmasa da diğerlerinin bunu bilmesine gerek yoktu. Sonuçta ayin sırasında cemaat, her daim yeni gelenlere karşı hassas bir tavır sergilerdi. Zihninde süzülen düşünceler ile birlikte kahvaltısını bitirip kiliseye gitmek için handan çıktı. Sokağın renksiz görüntüsüne tezat bir şekilde süslenmiş olan kasaba halkı, kiliseye gitmek için çoktan yollara dökülmüşlerdi. Dazai böyle bir günde, tüm katliamlardan uzak, normal bir kasabada uyandığını düşünmeden edemedi. Oyalanarak, yavaş yavaş kalabalığı takip etti ve en sonunda kendini, kasabanın kapasitesinden daha büyük ve şatafatlı bir kilise binasının önünde buldu. Belli ki tüm talihsizliklere rağmen halk, Tanrı'ya olan inançlarını kaybetmemişlerdi.
Dikkat çekmemeye dikkat ederek sessizce binadan içeri süzüldü ve en arkadaki sıralardan birine yerleşti. Yarısı dolmuş olan kilise, yavaş yavaş nüfus kazanmaya devam ederken Dazai'nin gözleri, kayıtsız bir neşe halinde olan halkın üzerinde gezindi. Aileler, çocuklarıyla birlikte gardıroplarındaki en iyi kıyafetlerini kuşanmış bir şekilde komşularıyla buluşmak üzere buradaydılar. Yaşlılar, toplandıkları ön sıralarda hararetli bir tartışmayı sürdürürken çocuklar, üzerlerindeki kıyafetleri ve annelerinin azarlarını önemsemeden ortalıkta koşuşturuyorlardı. Her şey fazla normal göründü. Muhtemelen bunca senedir bir rutin olarak gerçekleşen cinayetler onlar için sıradan bir olaya dönüşmüştü, ama hayır, yine de can korkusuna dair en ufak bir belirti bile hissedilmiyordu. Dazai durumu garipsedi; insanların zaman geçtikçe, olayları hiç yaşanmamış gibi geride bırakma dürtülerini bir kez daha şaşkınlıkla karşıladı. En büyük felaketlerde bile insanlık, alışılagelmiş geleneklerine olan bağlılıklarını sürdürmeye devam ederlerdi. Belki de yaşamın özü buydu, insanların yaşama tutunmasını sağlayan ve Dazai'nin kavramakta zorlandığı eksikliği tam olarak buydu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
City Of The Dead // soukoku
FanfictionHalk arasında korku salan bir yaratığın gizemini çözmek için yola çıkan dedektif Dazai, hiç ummadığı gerçeklerle karşı karşıya kalır.