15

1.2K 93 57
                                    

New York'a taşınmak her ne kadar özgür hissetmemi sağlasa da içten içe bir yanım korkuyordu. Çok küçük bir şehirde sadece tanıdığım insanlarla büyümüştüm ve burada tanımadığım o kadar çok insan vardı ki...

Herkese hemen güvenememeyi öğrenmem gerekiyordu.

Yeni işe girdiğim kafe&bar'da insanlar bakışlarını üzerimden çekmiyordu. İlk günlerde bu her ne kadar fark edilmenin heyecanıyla beni sevindirse de bir haftanın ardından bu bakışlar beni korkutmaya başlamıştı.

"Pardon, bakar mısın?" masanın yanından geçerken bana seslenilmesiyle masaya döndüm ve gülümsedim.

"Merhaba, ne alırdınız?"

"Sek viski ve bitter çikolata." diye cevapladı, gözleri beni baştan aşağı süzmüştü. Üzerinde spor bir gömlek ve altında klasik dar bir kumaş pantolon vardı. "Hemen getiriyorum." Oradan ayrılıp Philip'e gittim ve bana siparişleri vermesini istedim.
O hazırladığında tepsiyi alıp masanın yanına gittim ağzı geniş ve kısa olan bardağı masaya koydum ve bitter çikolatayla dolu olan tabağı da onun yanına koydum.
"Afiyet olsun." Bana gülümsediğinde karşılık verdim ve diğer masalara da ilerledim.

Yaklaşık 3 saatlik mesaim dolduğunda önlüğü kendi dolabıma astım ve derin bir nefes verdim. Herkesin kullanabildiği tuvalet kabinlerine -personel için ayrı bir tuvalet yoktu- gittim ve sıfır makyajsız olmanın ve uykudan ölecek olmanın verdiği rahatlıkla soğuk suyu yüzüme çarptım.

Kapı açılıp kapandığında kimin geldiğine bile bakmadan peçetelerden aynı anda birkaç tane aldım ve yüzümü kuruladım ama aynadaki yansımadan gördüğüm adam beni korkuyla zıplatmıştı.

"Burası kadınlar tuvaleti."
Adam kaşlarını çattı, bu birkaç saat önce viski ve bitter çikolata verdiğim adamdı. "Biliyorum, tuvaletleri hala erkek ve kadın olarak ayıran başka bar kalmadı ama bizde hala böyle."

"Burasının kadınlar tuvaleti olduğunu biliyorum." omuz silkti. "Sadece seninle tanışmak istedim, masaya davet etsem patronun o bakışlarında gelemeyeceğini tahmin ettim."
Neden benimle konuştuğunu anlamamıştım.

"Ben Gabriel." elimdeki peçeteleri çöpe attım ve ona döndüm. Gülümsediğimde yine kaşlarını kaldırdı. "Adını söyleyecek misin yoksa tahmin etmemi mi bekliyorsun?"

O güldüğünde ben de onun gibi aptallığıma gülümsedim. "Ruth." uzattığı elini sıktığımda hakkımda bir tahmin yürüteceğini söyleyen yüzüyle baktı bana. "New York'a yeni mi taşındın Ruth?"

"Evet." bıkkınlıkla söylendim. "Çok mu belli oluyor?"

"Çok yabancı bakıyorsun." kafasını eğip güldü, yakışıklı göründüğünü rahatlıkla söyleyebilirdim ve kesinlikle zengin göründüğünü de söyleyebilirdim. "Korktuğun da belli."

"Nereden çıkardın?" kollarımı göğsümde çaprazladım. "Korkmuyorum." Bana kaşlarını kaldırarak gülümsediğinde kabul ettim. "Belki biraz."

"Korkmana gerek yok." güvenebileceğim bir gülümseme gönderdi. "Senin şehirden değil de şehrin senden korkmasını sağlayabilirim istersen."

"Öyle mi?" mutlulukla konuştuğumda başını salladı.

"Öyle."

"Peki o zaman." dedim tekrardan bana uzattığı elini sıkarak ve en sonunda ondan ve bardan ayrılıp evime adımladım.

-

Patates kızartmalarından birini kendi ağzıma atarken diğerini dizlerime kafasını koymuş yatan Zayn'e veriyordum.

girl gone wild | zmHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin