"Biliyor musun?" Chan hayret içinde sorarken omuz silktim.
"Onun da intikam alması gerekiyordu. Birlikte çalıştık bir süreliğine." Yalan sayılmayan bir yalan.
"Nasıl biriydi?" diye sordu Seungmin.
Gülmemek için kendimi tuttum. "Onu seveceğinizden emin değilim. Biraz dik başlı."
Chan ve Seungmin bu söylediklerimi pek umursamadı. Chronosaurus'u bulma ihtimaline takılıp kalmışlardı. Aradıkları kişinin ben olduğumu öğrendiklerinde hiç mutlu olmayacaklarına emindim.
"Tamam, siz bana sırrınızı söyleyin. Ben de size onun yerini."
Chan çimenlerin üzerine oturunca Seungmin de onu taklit ederek oturmuştu. Karşılarına oturarak konuşmalarını bekledim. İkisi birkaç saniye bakıştıktan sonra Chan lafa girdi.
"Çok detaya giremem ama buradan gitmenin bir yolunu bulduk. Imm... Bu dünyadan."
"Pardon?" dedim kaşlarımı çatarak. "Uzay gemisi falan mı inşa ediyorsunuz?" diye alayla sorduğumda Seungmin elinin altındaki çimleri yoldu.
"Hayır ama benzer bir şey. Bu dünyada bizi bulurlarsa ya öldürürler ya da deneylere kaldıkları yerden devam ederler. Yakalanma korkusuyla değil, diğer insanlar gibi sıradan hayatlar yaşamak istiyoruz."
Tam olarak anladığım söylenemezdi. Bu dünyadan giderlerse nerede sıradan insanlar gibi yaşayacaklardı ki? Mars'ta mı?
"Pek anlamadım. Nereye gideceksiniz?" Yüz ifadesinden söylemek istemediğini anlamıştım. "Tamam, üstelemeyeceğim." dedim ve elimi çimenlerin üzerinde gezdirdim.
"Chronosaurus'a da bizimle gelmesini teklif edeceğiz. Onun hayatı da tehlikede." dedi Seungmin.
Tehlikeyi seviyordum. Damarlarımda akan adrenalini, koşmayı, bağırmayı ve peşimdekilerle dalga geçmeyi, ünlü ve oldukça sıkı korunan müzelerden önemli parçaları çalıp kara borsada satmayı, silah ve patlama sesini seviyordum.
"Ya gelmek istemezse?" diye sordum sessizce.
"Kendi kararı." dedi Chan. "Nerede peki? İletişim kurabilir misin?"
Bu çocukları kandırırsam kendimi kötü hissederdim. Bana kıyasla hem daha masum hem de daha iyilerdi. Beni tanımamalarına rağmen benim için endişeleniyorlardı.
"Karşınızda duruyor işte." dedim. "Chronosaurus benim."
İkisi de bana öylece bakakalırken ispatlamam gerektiğini hissettim. Sağ elimle yerden bir tutam çimen koparıp havaya atarken, sol elimin parmaklarını şıklatarak zamanı durdurdum. Chan ve Seungmin bana donuk bir şekilde bakmaya devam ediyordu, çimenler ise hava asılı kalmıştı. Uzanarak bir elimle Seungmin'e, bir elimle de Chan'a dokundum. İkisini zaman çizgisinden çekerek benimle birlikte, duran zaman boşluğuna aldım.
"Ne? Ne zaman bu kadar yakına geldin?" diye sordu Seungmin şokla.
"Etrafınıza bakın. Zaman akmıyor." dedim. "Durdurdum. İspatlamazsam inanmayacak gibiydiniz."
Chan havada asılı kalan çimenlere dokundu ama kıpırdatamadı. Maddeleri sadece ben hareket ettirebilirdim.
"Doğruyu söylüyorsun." diye mırıldandı Seungmin. "Sen gerçekten Zaman Canavarısın."
Parmağımı şıklatarak zamanın akmasını sağladığımda çimenler süzülerek yere düşmüş ve hafif bir meltem yüzümüzü okşamıştı.
"Niye bir şey söylemiyorsunuz? Buradayım işte."
"Dilim tutuldu resmen." dedi Chan. Gülecek gibi olduktan sonra bana baktı. "Sen Chronosaurus'sun yani. Di-Diğerlerine de söylemeliyiz. Eve gidelim."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Chronosaurus | Changbin
Fanfiction[Ne kadar üzgünsen o kadar mutluyum. Ne kadar incindiysen o kadar eğlendim.] Ülkenin her yerinde, neredeyse her duvarda benim ismimi görebilirsiniz. Beni arıyor ve bulmaya çalışıyorlar fakat doğruca gözlerine baksam bile beni göremiyorlar. Ben kim m...