Arkamızdaki arabanın bizi takip ettiğinden emin olmuştum çünkü kalabalık olmayan yollarda bile peşimizdeydi.
"Ben hallederim." dedi Minho. Kendi tarafındaki camı açarak seslendi. "Rahatsız ediyorum ama biraz yardıma ihtiyacım var. Şu arkadaki arabayı oyalayın, lütfen." dediğinde kaşlarımı çatarak ne yaptığını, daha doğrusu kiminle konuştuğunu anlamaya çalıştım. Yanlış hatırlamıyorsam Minho'nun gücü hayvanlarla konuşmaktı ama ortada hayvan yoktu.
Bir anda gökyüzü kararınca irkilerek cama yaklaştım ve yukarı baktım. Kalabalık bir karga sürüsü tam üstümüzdeydi. "Oha." dedim hayranlıkla. Kargalar arkamızdaki arabaya saldırdığında Minho gaza bastı ve hızlandı. "İleride otopark varsa oraya gir. Başka bir arabayla devam edelim, bunun plakasını aldılar."
"Tamam." dedi Minho.
"Sana söylediğim yerden sola dön." Hyunjin konuşunca gülümsedim.
"Navigasyonun da mı var? Senin konumundan bizi bulmasınlar?" Dalga geçtiğimi bildiği için cevap verme zahmetine bile girmemiş, Minho'ya otoparkı tarif etmişti.
Sekiz katlı otoparka girdiğimizde, "Kameraları hallettim. İnebiliriz." dedi Hyunjin. Minho arabayı park etmeye uğraşmadan öylece durduğunda hemen indik.
Hızlı adımlarla arabaların arasında gezmeye başladım. Bu esnada bir adam arabasından yeni inmişti. "Chan, şunun arabasını alalım." diye fısıldadım. Chan başını sallayarak adamın yanına gitti ve etkisi altına aldı. Arabanın anahtarını aldıktan sonra hafızasını silip hiçbir şey olmamış gibi otoparktan çıkmasını söyledi. Adam harfiyen söylenenleri yaparak uzaklaşmaya başladığında gülümseyerek arabaya bindim. Minho aceleyle arabayı çalıştırdı ve eve doğru yola çıktık.
Yarım saatin sonunda eve kolaylıkla gelmiştik. Çok yorgun olduğum için duş alıp pijamalarımla yatağa uzanmıştım. Benim odam en üst kattaydı ve bu katta kalan tek kişiydim. Odalara ikişer kişi olarak dağıldıkları için sadece dört oda kullanıyorlardı.
Alt kattan kahkaha sesleri gelince meraklanarak odadan çıktım. Salonda toplanmış sohbet ediyorlardı ve baya eğleniyor gibilerdi. İçeri girmeden, kapının eşiğinde onları izledim.
Felix kendine gelmişti ve durumu iyiydi. Yine de sanki hastaymış gibi battaniyeye sarmışlardı onu. Eline de bitki çayı tutuşturmuşlardı. Yüzlerinde sıcacık gülümsemeler vardı. Jeongin ve Chan Felix'e iki yandan sarılmıştı.
Aile dedikleri buydu galiba. Daha önce bu kelimeyi çok fazla sorgulamıştım. Nasıl aile olunurdu? Bir aileye sahip olmak nasıl hissettirirdi? Birçok film ve dizi izlemiştim bunu anlamak için ama anlayamamıştım. Şimdiyse, sadece birkaç saniye onları izlemek anlamama yetmişti. Bu hissi mantığa oturtmak mümkün değildi bence. Tamamen mantıktan uzaktı ama içini sıcacık yapıyordu.
Hayatımda ilk defa bir aileye sahip olmayı diledim. 20 yıllık yalnızlığımın son bulmasını hiç bu kadar çok istememiştim.
Felix'e gözlerim takıldı. Gözlerinin içi gülüyordu.
Daha önce kimseye sarıldığımı hatırlamıyordum. Acaba birinin bana sarılması nasıl hissettirirdi?
Yutkundum. Buruk bir tebessüm dudaklarımda belirdi.
Nasıl hissettirdiğini asla öğrenemeyecektim.
•••
Saçlarımı sıkıca bağladıktan sonra maskemi yüzüme geçirdim. Dünkü olaylı suikastimizden sonra iyice dinlenmiştik. Sayımız fazla olduğu için bize yemek dayanmıyordu, bu yüzden yine alışveriş yapmam gerekecekti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Chronosaurus | Changbin
Fanfiction[Ne kadar üzgünsen o kadar mutluyum. Ne kadar incindiysen o kadar eğlendim.] Ülkenin her yerinde, neredeyse her duvarda benim ismimi görebilirsiniz. Beni arıyor ve bulmaya çalışıyorlar fakat doğruca gözlerine baksam bile beni göremiyorlar. Ben kim m...