Eski tren, sallana sallana ilerlerken, yaklaşık yarım saat önce uyanmıştım. Benimle aynı kabini kullanan yaşlı kadın uyanmamı bekliyormuş gibi vakit kaybetmeden konuşmaya ve kafamı şişirmeye başlamıştı.
"...Yani tatlım, hayat yalnız geçmiyor. Bir an önce kendine evlenecek bir erkek bulmalısın." diyerek sözlerini bitirdi ve benim konuşmamı bekledi. Yarım saat aralıksız konuşmuştu ve daha yeni benden bir cevap bekliyordu.
"Bir erkeğe de ihtiyacım yok." dediğimde bunu söylememi bekliyormuş gibi hevesle gülümseyerek konuşmaya devam etti.
"Ah, bu da yeni moda. Gençler hep böyle şeyler söylüyor ama yanılıyorsunuz. Hepinizin bir erkeğe ihtiyacı var-"
Elimi kaldırarak durmasını işaret edince sustu ve gözlerini kırpıştırdı. Onu durdurmama şaşırmıştı, belki de her dediğini onaylamayan ilk kişiydim.
"Afedersin ama..." dedikten sonra işaret parmağımla baştan aşağı kendimi işaret ettim. Dudaklarımda yaramaz bir gülümseme belirirken bacak bacak üstüne attım. "Erkeklerin bana ihtiyacı var."
Kadın öfkeyle kalkıp kabinin kapısını açtı. Bu esnada dudaklarından, "Ah şu gençler! Gittikçe zıvanadan çıktılar! Edepsiz!" cümleleri dökülmüştü. Kapıyı sertçe kapattığında gülümsemem silindi ve gözlerimi devirdim.
"Sanki kendisi az önce farklı bir şeyi ima etti." diye mırıldandım sinirle.
Tren durduğunda sırtım taktığım çantayla birlikte indim ve etrafıma baktım. Bana gelen mesajda, siyah deri ceketli ve lacivert şapkalı birinin beni almaya geleceği yazıyordu. Sırtını duvara yaslayan ve kollarını göğsünde bağlayarak benim gibi etrafa bakınan genci görünce ona doğru ilerledim. Kıyafetleri bana tarif edildiği gibiydi.
Yanına gittiğimde, "Zambaklardan ne haber?" dedim. Gözlerindeki güneş gözlüğünü burnuna kadar indirip beni süzdü.
"Üç tanesi açtı." dediğinde aradığım kişinin bu olduğunu anlamıştım. Bu konuşmayı önceden yanlış kişilerle karşılaşmayalım diye belirlemiştik.
"Gidelim." diyerek maskemi düzelttim. Önden yürümeye başlayınca onu takip ederek gardan çıktım. O gri renkli bir arabanın şoför koltuğuna geçtiğinde tereddüt etmeden çantamı arka koltuğa koydum ve ön koltuğa geçtim.
Güneş gözlüğünü ve burnula ağzini kapatan maskeyi çıkarmıştı. "Sen Jeongin misin?" dediğimde bana göz ucuyla bakıp tekrar yola odaklanmıştı.
"Nereden biliyorsun?"
Yapmacık bir tebessümle, "Sizi araştırmadan, doğruca ortanıza atlayacak değildim herhalde." dedim.
Cevap vermeyince zorlamadım. Başımı arkaya yaslayarak gözlerimi kırsal alanda gezdirdim. Küçük kasabadan uzaklaşıyor ve yolun etrafı gittikçe daha fazla yeşillikle kaplanıyordu.
Sessizlik rahatsız edince uzanıp radyoyu açtım ve birkaç kanal değiştirdim. Haberleri veren bir kanalda durduğumda spiker benimle alakalı haberi sunmaya başlamıştı.
"Geçtiğimiz günlerde Seoul'de kameralara yakalanan Chronosaurus, izini yine kaybettirdi. Yakalayan kişiye verilecek olan 100.000 dolar para ödülü, 300.000 dolara çıkarıldı. İletişim için ekranda geçen numarayı arayabilirsiniz."
Gülümsedim. "300.000 dolar." diye mırıldandım. Daha fazla ödül koymalılardı, ben bu kadar ucuz değildim.
"O da bizden biri." dedi yanımda oturan Jeongin. "Neyse ki kendini iyi gizliyor."
Bahsettiği kişinin ben olduğumdan haberleri yoktu. Herkes Nemesis ve Chronosaurus'u farklı kişiler sanıyordu.
"Sizden biri?" diye sorduğumda omuz silkti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Chronosaurus | Changbin
Fanfiction[Ne kadar üzgünsen o kadar mutluyum. Ne kadar incindiysen o kadar eğlendim.] Ülkenin her yerinde, neredeyse her duvarda benim ismimi görebilirsiniz. Beni arıyor ve bulmaya çalışıyorlar fakat doğruca gözlerine baksam bile beni göremiyorlar. Ben kim m...