🔱♟️🔱
'Her güne hayatının en güzel günü olması için bir şanş ver' demiş Mark Twain.
Bu, babamın bize öğrettiği ilk şeydi.
Bize, 'Hayat, önümüze her gün yeni şeyler çıkartıp bizi kendimize ait hislerle sınar. Günün sonunda, bunu bize tecrübe olarak sunardı.
"Acı, daima insanı güçlendirir' derdi. 'Sevgi insanı güçlendirir...'
Babamın gözünde tüm duygularımız bizi güçlendirir, bize yeni şeyler katardı.
Eğer şuan babam yanımda olsaydı ona derdim ki, "Yanılıyorsun baba. Acı insanı güçlendirmiyor. Aksine, acı insanı yıkıp geçiyor. Onu aciz biri haline getiriyor.'
Aradan kaç saat geçmişti bilmiyorum. Ama havanın kararması akşamın habercisi olurken, sabah hissettiğim ölüm acısıyla çöktüğüm yerde, dizlerimi kendime çekmiş kollarımı da dizlerime sarmış bir şekilde, gözlerimden akan yaşlara aldırmadan kül olan evime bakıyordum.
Bakmaktan ziyade, görüyordum. Abisinin saçına döktüğü yapıştırıcı yüzünden ağlayan sekiz yaşında ki beni görüyordum. Kardeşini ağlatan şakası yüzünden pişmanlığı suratından okunan, on iki yaşında ki abimi görüyordum. Özür dileme gereksinimi bile duymamış, yanıma gelerek sarılmıştı. O gün yapıştırıcı yüzünden saçlarım, önümde duran kül olmuş evin verandasında kulak altıma kadar kesilmişti. İlk defa o gün, nefret duygusuyla tanışmıştım. Kısa saçtan nefret etmiştim.
Ve o gün, ilk yeminimi etmiş, saçlarımı asla bu kadar kısa kestirmeyeceğime söz vermiştim. Bu sözümü de hep tutmuştum.
Sekiz yaşında ki halim silikleşirken bu kez, 19 yaşında merdivenlerden aşağı koşarak inen ve yeri göğü inletecek bir sesle 'o turuncu kafa nerede?' diye bağıran abimi görmüştüm. Evin altını üstüne getirmiş yine de beni bulamamıştı. Anne ve babam onu sakinleştirmeye çalışırken neden bu kadar öfkeli olduğunu da anlamaya çalışıyorlardı.
Yetiştirmeye çalıştığı dönem ödevini yanlışlıkla mahfetmiş, bu yüzden onu kızdırmıştım. Sakinleşene kadar yanına gitmemiştim. Annem yanıma gelip, dudaklarında sıcak bir tebessümle 'hadi gel, abin sakinleşti." Demişti. Abimin öfkesi her ne kadar saman alevi gibi olsa da, bu konuda öfkesinin geçmeyeceğini biliyordum. Ama annem, abimi bir şekilde sakinleştirmeyi başarmıştı. O gece sabaha kadar uyumamış, ailecek abimin projesini en baştan, çok daha iyi bir şekilde yapmıştık.
Omuzuma dokunan el, gördüğüm anılardan beni uyandırırken bir beden yanıma çökerek başını omzuma yaslamıştı.
"Laura."
Abimin sesi, ağlama isteğimi daha fazla körüklerken buna izin vermemiş akan göz yaşlarımı elimin tersiyle silmiştim. Evimizden geriye sadece külleri kalmıştı ama ne bir ceset ne de aileme dair ufacık bir iz dahi yoktu. Ya kaçıp kurtuldular, ya da...
"Onlar kim, William?"
Abim başını omzumdan kaldırmış arkamda duran, daha önce burada hiç görmediğim 3 kişiye bakmıştı.
"Extraordinari'den geldiklerini söylediler."
Oturduğum yerden kalkmış bizden bir kaç metre uzaklıkta duran yabancılara bakmıştım.
"Evimize olanlarla, bir ilgileri var mı?"
William da ayağa kalkmıştı. Ben yabancılardan bakışlarımı çekmezken abimde bana bakıyordu, bunu hissediyordum.
"Hayır, yokmuş."
Tek kaşım havaya kalkarken saniyelik bakışlarımı abime çevirmiş ardından tekrar yabancılara dönmüştüm. İçlerinden biri, benim ona baktığım gibi oda bize bakıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
VEYL
FantasyGeçmişin izleri yavaş yavaş ortaya çıkmaya başlıyor. Yalanların sakladığı sırlar, sırların getirdiği yalanlar... Kurulu düzenin piyonları, ölümün çocukları! Kılıcın sahibi yazgınızı belirleyecek, ona itaat edin! Edin ki, kurduğunuz düzeni yerle yek...