❦ 0.6

276 33 29
                                    

"Bu şey harika..."

Ellerim arasındaki etin kokusu, inanılmaz derecede güzeldi. Tadı ise daha önce tatmadığım türdendi. Normalde zehirlenme ihtimaline karşı, sarayda yiyeceğim her şeyi tadan biri olurdu. Ve bu lezzetli eti yiyen sadece bendim.

Şüphelenmeli miydim?

"Siz neden yemiyorsunuz bay Jongin?"

Ben büyük bir taşın üzerine oturarak elimdeki et parçasını yerken, Jongin ise ateșin koruna çubukları itiyordu.

"Ben her anımı ormanda geçiriyorum prenses."

"Yani?"

"Aç değilim."

Garipti. Yine de sessiz kalmış ve yemeye devam etmiştim.

"Aslında sarayda çeşitli mezeler de oluyor. Eğer fırsatım olursa sana da tattırmak isterim."

"Tabii öyle bir yer kaldıysa."

Böyle söylediğinde, yine kalbim huzursuzlukla dolmuştu.

"Bu şekilde beni korkutamazsınız bayım. Yalan söylediğinizin farkındayım."

"Peki seni neden almaya gelmediler?"

En sonunda gözleri gözlerimi bulmuştu ve çubukları kenara bırakarak yanıma yaklaşmıştı. Ancak bu sorusunu cevaplayamamıștım. Belki de çoktan benden vazgeçmişlerdi.

"Düşünmeyi bırak ve ye artık. İki saattir bir eti bitiremedin."

Yine benimle rahat bir şekilde konuşmaya başlamıştı. Kaşlarımı çatarak ona döndüğümde ise, bu durumu fark etmiş olmalı ki gülmeye başlamıştı.

"Düşünmeyi bırakıp karnınızı doyurmalısınız prenses."

"Neden benimle konuşurken saygı ifadeleri kullanmıyorsunuz?"

"Çünkü sizi, seni tanıyorum. Hem de çok yakından."

Hiç sanmıyordum. Bu yüzden görmezden gelerek önüme döndüm. Tabii herkes bir prensesle yakın olmak isterdi. Belki de ganimet peşinde olan azılı bir para avcısıydı ve bu yüzden beni yanında tutuyordu.

Düşünceler sık sık aklımın en ücra köşelerinde yankılanırken, elimdeki eti bitirmiştim. Ardından kirlenmiş ellerime bakarak bir süre bekledim.

"Üzerine sil, yani siliniz."

Ne iğrenç bir asker ya da savașçıydı bu böyle?

"Bunu duymamış varsayıyorum."

Ayağa kalktım ve bir süre etrafa bakındım. Gerçekten de ellerimi temizleyebileceğim hiçbir şey yoktu. Çok geçmeden Jongin, bileğimden tutmuş ve sağa dönerek yürümeye başlamıştı.

"Ne yapıyorsunuz! Bu ne cüret!?"

Beni dinlemiyor ve sadece yürüyordu. Çok geçmeden bir nehir kenarına gelmiştik. Bileğimi bıraktığında, bir süre kaşlarımı çatmış ve Jongin'e bakmıştım. Karanlık olduğu için yüzü net görünmüyordu ancak onun da bana baktığına emindim.

"Fazla kabasınız."

"Fazla yardımsever, diyelim biz ona."

Hala kaba olduğunu düşünürken, dirseğimle elbisemin eteğini kenara almaya çalışmış ve nehirin kenarına çömelmiştim.

"Yardım ister misiniz?"

Cevap vermemi beklemeden, kollarımdan tutmuş ve parmaklarını suyun altında kalan elime indirmişti. Nedense o an kendimi çocuk gibi hissetmiştim.

"Bunu hatırlamanı isterdim."

"Neyi?"

Sessiz bir şekilde yüzüme bakmıştı. Fazlasıyla yakındık ve içimde oluşan garip hisler başımı döndürüyordu. Ancak Jongin ellerimin üzerindeki ellerini çekmiş ve ayağa kalkmıştı. Ardından arkasını dönmüş ve ilerlemeye başlamıştı.

"Beni böyle bırakıp nasıl gidersiniz!?"

Etraftaki uğultular korkmama sebep olurken, ben de hızla ayağa kalkmış ve Jongin'e yetişmeye çalışmıştım.

Beni kızdırdığı doğruydu, ancak şimdilik iyi anlaşmamız gerekiyor gibi hissediyordum.

TURN BACK TIME ❦ JenKaiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin