5. Bölüm

161 11 70
                                    

Soğuk hava içimi titretiyordu. Balo salonunu kaosa terk ettikten sonra terasa kaçmıştım. Terasta pek insan yoktu ve burada yalnız kalabilirdim. Dirseklerimi korkuluğa yaslamış, yumruk yaptığım ellerimi yanaklarıma koymuş düşünüyordum.

Belki de İstanbul manzarası en güzel buradan görünüyordu ama beynimi düşüncelerimden arındıramadığım için manzaraya da odaklanamıyordum. Gözlerim denize bakarken gördüğüm şey hayal kırıklığıydı. Ve bence gözlerimi gören herkes de hayal kırıklığını okuyabilirdi. Bakmak yetmezdi, görmek gerekliydi.

Ben her zaman hayal kırıklığı olmuştum. Ne annem gibi güzel sarı saçlarım vardı ne de güzel yeşil gözlerim. Belli ki babama çekmiştim ama Serdar da Türkiye'nin en az yarısı gibi kahverengi saçlı, kahverengi gözlü olduğu için ona çektiğim düşünülebilirdi. Yanlıştı. Benim saçlarım daha koyu bir kahveydi, sanki bir fincan acı Türk kahvesi gibiydi. Gözlerim ise siyahtı. Kahverengi değil.

Ben babama çekmiştim. Babam ise çekip gitmişti.

Başka bir hayal kırıklığı olma nedenimse hayatımdı. Ne zaman genç biri gibi davransam Serdar'ın gazabına uğrardım. Davet edildiğim hiçbir yere gidemediğim için insanlar davet etmeyi bırakmıştı ve haliyle hiç arkadaşım yoktu. Ben de bu yalnızlıkta tek arkadaşımı notalarım yapmıştım. Bundan kimsenin haberi yoktu. Asla olamazdı.

Denize bakmak çoğu insana huzur verirdi ama ben denizi görmeye çalıştım. O denize kendini koy verilerek yiten hayatları, denizin kıyısında solan umutları, belki de o denize bakarken düşünülen şeylerden kalan hayal kırıklıklarını... Bunların hepsini görebiliyordum çünkü şuanda deniz gözlerim kadar siyahtı ve aynı yıkımlar sadece siyah denizde değil benim mürekkep siyahı gözlerimde de vardı.

Belki bir yıl belki de sadece bir saniye sonra bir koku duydum. Deniz kokusu. Nasıl denizin yanında bile deniz kokusu duyabilirdim ki? Ama bu sıradan bir deniz kokusu değildi. İstanbul'da deniz, deniz kokmazdı ve bu berrak deniz kokusunu düşününce aklıma tek bir kişi geliyordu. Yeni tanıştığım birisi.

Arkamı dönünce Emirle göz göze geldim. Nasıl bu kadar yakınıma gelebilmişti? aramızda bir metreden az vardı ve ben insanları en az iki metreden hissederdim. Serdar'ın da benimle tek gurur duyduğu şey bu olabilirdi çünkü kimsenin bana sızmasına izin vermeyeceğime inanırdı. Vermemiştim. Şu ana kadar.

Emir'e "Beni nasıl buldun?" diye sordum. Bomboş bir terastaydık. Sadece ikimiz vardık. Ne zamandır yalnız olmadığımı bile bilmiyordum.

Emir "Buldum işte, yalnız kalmak istiyorsan gideyim." dedi . Sözlerinde anlayış vardı.

İstemiyordum.

"Kalabilirsin." Sahte bir şekilde gülümsedim. "Eee anlat bakalım ben gittikten sonra neler oldu."

Emir de gülümsememe karşılık verdi ve "Kaos." dedi.

Aslında bu kadar yeterliydi. Ne kadar yıkıma sebep olduğumu tahmin edebiliyordum ve verdiğim yıkımı Emir'in ağzından duymasam da olurdu. Zaten muhtemelen annem yine sabahın köründe kapıma dikilecek ve bu akşam olanların hesabını soracaktı. Baloya Emirle gelmem, dans etmemiz, bir anda başlattığım kaos, Emir'i öpmem...

Siktir. Emir'i öpmüştüm.

Bir anda zihnimi istila eden düşüncelerimi hemen kovdum. Bu bir rol icabıydı ve zaten Emir'in de yanlış anlamayacağına emindim.

Emir'e mahçup bir ifadeyle gülümsedim. "Şey, aslında seni öpmeyi planlamamıştım ama oldu işte. Yanlış anlamayacağını biliyorum ama yine de söyleyeyim dedim."

"Anlamadım. Konu kapanmıştır."

🎭

Bir süre daha hiçbir şey söylemeden terasta durduktan sonra salona geri dönmüştük ve gitmemle başlayan fısıltılar gelmemiz ile yeniden şiddetlenmişti. Onları görmezden gelmeye çalıştım ve salonda göz gezdirdim. Annem, Serdar, Kerem, Rüya, Fuat Bey, karısı... hiçbiri yoktu. Onun dışındaki herkes ise yerli yerinde duruyordu ve hepsinin ne konuştuğunu duyamasam da konularından emindim.

"Boynundaki kolyeyi de oğlan almış diyorlar."

"Aslında kız da onu aldatmış ama söylememiş tabii, kız kısmından korkacaksın. Hepsi güle benzerler ama dikenleri çok can acıtır."

Sonuncuyu söyleyen aptalı tanımıştım. Serdar'ın ortaklarından birinin karısı Gülay hanımdı. Geçmiş yıllarda bir davette oğlu Tayfunla bizi flörtleştirmeye çalışmış, ama ne benim ne de oğlunun ilgisi olmadığı için başarısız olmuştu. Komik olan ise kendisi de kadın olmasına rağmen kız kısmı diyerek beni aşağılamaya çalışmasıydı.

Saate baktığımda gece yarısına yaklaştığını gördüm. Davetliler azalmaya başlamıştı ve bazıları ayrılırken gelip bize -daha doğrusu Emir'e- de veda etmişti. Bir çiftin daha bize doğru yaklaştığını görünce sırtımı dikleştirdim ve gülümsedim. Gelenlerin kim olduğunu bilmiyordum, hatta gece boyu gözüme çarptıklarından da şüpheliydim. Emir'e kaş göz işareti yaparak kim olduklarını sorduğumda olumsuz anlamında kafasını salladı.

Gülümsememi korudum ve gelenleri inceledim. Beyaz  gömlek ve siyah ceketle pantolondan oluşan bir takım elbise giymiş , uzun sarı saçlı bir adam ve lacivert saten bir elbise giymiş sarı saçlı bir kadın. Her ne kadar maske taktıkları için yüzlerini göremesem de genç olduklarını söyleyebilirdim.

Yanımıza vardıklarında adam Emire elini uzattı ve "Emir" dedi "Seni burada görmek ne güzel bir sürpriz." Emir afalladığını çaktırmamaya çalışıyordu. Adamın elini sıktı ve "Seni de Güneş, ama yanındaki hanımefendiyi tanıyamadım."

Güneş genişçe sırıttı . "Asıl sizi sormalı." diyerek elimi tuttu ve dudaklarına götürüp minik bir öpücük kondurdu .

Elimi buza değmişcesine sertçe çektim ve "Kimsin sen? diye fısıldadım .

Sanki mümkünmüş gibi sırıtışı daha fazla büyüdü ve "Burası bir Maskeli Balo." dedi. "Herkes, herkes olabilir."

UMARIM BÖLÜMÜ BEĞENMİŞSİNİZDİR. LÜTFEN YORUM YAPMAYI VE OY VERMEYİ UNUTMAYIN.

Maskeli BaloHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin