•Hye Su•

74 12 46
                                    

Joohyun Seungwan'ın yanına geldiğinde yolda ağladığı için gözleri kıpkırmızıydı.

"Joohyun, kendini bu kadar yıpratma." Seungwan için söylemesi kolaydı tabii, diye düşündü Joohyun. Yoongi ile aralarında hiç böyle bir sorun geçmemişti.

Geçmemesi de normaldi aslında çünkü Yoongi Seok Jin kadar işine düşkün değildi. Bazı günler üşendiği için gitmiyordu bile.

"Her şeyi başlatan benim Seungwan. Şimdi düzeltecek olan da benim." Seungwan biraz düşündü ardından konuştu. "Düzeltecek olan sen değilsin, düzeltmesi gereken kişi Jin oppa. Sana bundan sonra düşen tek şey affetmek. Tabii affetmek istemezsen bilemem." Seungwan kaşlarını kaldırıp konuşmasını bitirdiğinde Joohyun koltukta uzandı ve başını Seungwan'ın dizlerine koydu. Seungwan yavaş yavaş saçlarını okşuyordu.

"Seok Jin'in daha her şeyden haberi yok. Sadece bebek olayını öğrendi. Devamını bilmiyor." Seungwan'ın saçında gezen eli durmuştu. Joohyun karşı tarafa diktiği gözlerini çekip Seungwan'a baktı.

"Neden anlatmadın?" Joohyun omuz silkip doğruldu. "Her türlü işler berbat olacak. Baksana 2 saattir buradayım ama tek bir mesaj bile atmadı."

"Sadece olayları sindiriyor Joohyun. Onun için de kolay değil. Ayrıca hâlâ senin neden ondan boşanmak istediğini bilmiyor. Ona her şeyi en kısa zamanda anlatmalısın."

Joohyun kafasını sallayıp mutfağa gitti ve bardağa su doldurup içti. O sırada kapıdan giren Yoongi ile bakışları oraya kaydı.

"Hoşgeldin Joo." Yoongi kollarını açıp Joohyun'a sarıldığında Joohyun da karşılıksız kalmadı ve birbirlerine sarıldılar.

"Jin hyung'un yanından geliyorum. Perişan halde." Joohyun omuz silkip salona gitti. Umrunda değilmiş gibi davranıyordu ama öyle değildi işte, basbayağı umrundaydı.

Seungwan'ın ona hazırladığı yatağın içine girdiğinde hemen gözlerini kapattı. Uyumak ve bir kaç saat bile olsa bazı düşüncelerden kurtulmak istiyordu. Ama sadece istemekle kalıyordu çünkü ne zaman tam uyuma moduna geçse aklına sürekli bugün yaşadığı şeyler geliyordu. Ben hep yıprandım biraz da o yıpransın diye düşündü bir an ama bu düşüncesini küfür ederek kovdu.

Ne olursa olsun Seok Jin'in başına bir şey gelmesini, onun kadar acı çekmesini istemiyordu. Aşk böyle illet bir şeydi işte. Eğer Joohyun kör kütük aşık olmasaydı Seok Jin'in ne yaptığı umrunda olmazdı.

Joohyun telefonuna gelen bildirimle gözlerini açıp telefonuna baktı. Terapistten mesaj gelmişti.

"Size verdiğim süreye uymadınız, ne yaparsanız yapın. Her şeyi size bırakıyorum."

Okuduğu mesajla bu da çatlak çıktı diye düşündü Joohyun. En baştan o kurallara uymayacakları belliydi, herkes kendisini boşuna yoruyordu.

Gözlerini tekrar kapattı. Hemen uyuması gerekiyordu çünkü yarın okul vardı. Joohyun aklına gelen küçük öğrencileriyle gülümsedi. Onu gülümseten tek şey çocuklardı. Telefonuna tekrar bir bildirim gelmesiyle sinirle mesaja baktı. Bu seferki mesaj Seok Jin'den gelmişti. Ekrandan gördüğü isimle telefonu açmayıp mesaja bakmadı ve hemen uykuya dalmak için gözlerini tekrat kapattı ve çok sürmeden uyuyakaldı.
.
.
.
"Biz bırakalım mı seni Joo?" Yoongi'nin sorusuyla yemek yediği tabaktan başını kaldırdı ve ağzındaki lokmanın bitmesini bekledi. Lokması bittikten sonra konuşmak için dudaklarını araladı. "Hayır arabam burada ben giderim." Yoongi başını sallayıp Seungwan'ın elinden tuttu ve evden çıktılar. Onların işi Joohyun'dan 1 saat önce başlıyordu.

Joohyun üstünü giyinip yüzüne kremlerini sürdükten sonra ruj sürmeden sadece rimelini sürdüğünde oluşan görüntüden memnun oldu ve çantasını alıp evden çıktı. Evden çıktıktan sonra kapıyı kilitledi ve arabasına gitti. Sürücü koltuğuna oturduğunda arkada duran Seok Jin'in arabasıyla bir süre durdu. Takip edileceğini anlamıştı. Bir şey yapmadan okula sürdü.

"Öğretmenim Hye Su ağlıyor!" Joohyun endişeli endişeli 8 yaşındaki öğrencisinin yanına gittiğinde elinden tuttu ve sınıf kapısına gitti. Gitmeden önce sınıf başkanını ses çıkmamasına dair uyardı ve sınıftan çıkıp  masumca elinden tutan minik öğrencisiyle boş öğretmenler odasına gitti.

Öğretmenler odasına girdiklerinde öğrencisini yanındaki sandalyeye oturtup saçlarını okşadı.

"Neyin var Hye Su?" Ağlayan küçük çocuğun her iç çekişinde Joohyun'un içi daralıyordu. Küçük öğrenci konuştuğunda Joohyun ona dikkat kesildi.

"Derste anne ve baba konusunu işliyorduk ya hani öğretmenim?" Evet, diye devam ettirdi Joohyun.

"Benim annem ve babam boşandı." Çocuk hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladığında Joohyun çocuğun acısını hissetmişti.

"Böyle şeyler herkesin başına gelir, önemli olan senin kendini çok üzmemen. Söyle bakayım Hye Su, sen anlaşamadığın biriyle sürekli beraber olmak ister misin?" Hye Su kafasını iki yana salladı ve kırmızı gözleriyle öğretmenine baktı.

"Üzüldüğüm asıl durum bu değil. Annemin eskiden bir çocuğu olmuyormuş ve beni evlatlık edinmişler. Şimdi annem de babam da anlaşamıyor ve boşandılar. Yeni evlenecekleri kişiler de beni kabul etmiyor. Yani aslında ben onların gerçek çocuğu değilmişim."

Joohyun küçücük çocuğun böyle konuşmasına şaşırdı ama bunun pek üzerinde durdurmadı. Öğrencisi çok kötü bir zaman geçiriyordu.

"Şimdi nerede kalıyorsun Hye Su?"

"Özel yetim evlerinde." Joohyun başını salladı öğrencisinin ıslak yanaklarını sildi. Küçük yaşında öğrendiği gerçekler ona zor geliyordu.

"Eminim orada sana çok güzel bakacaklardır. Kötü davrandıkları gibi bana söylüyorsun tamam mı Hye Su?"

Küçük çocuk tatlı tatlı başını sallayıp oturduğu sandalyeden indi. Joohyun da kalktıktan sonra koridorda ilerleyerek sınıfa giderken Seok Jin Joohyun'un kolundan tuttu ve çocuğun da Joohyun'un da ona dönmesini sağladı. Joohyun gördüğü kişiyle ve zamanlamasıyla sinirlenmişti. Seok Jin kısa bir süre Joohyun'un gözlerine bakmaya çalışsa da Joohyun ona bakmamakta ısrar ediyordu.

Daha fazla çabalamayıp küçük çocuğun boyuyla eşit olmak için eğildi Seok Jin. Joohyun ne yapacağını merak etti ve ona baktı. Seok Jin'in gözleri bir anlık Joohyun'a kaysa da geri bakışlarını küçük çocuğa çevirdi.

"Merhaba, adın ne?" Küçük çocuk merakla karşısındaki adama bakıyordu. Kim olduğunu bilmediği için konuşmak istemiyordu.

"Sizi tanımadığım için konuşmam iyi olmaz bayım."

Küçüğün konuşmasıyla kaşları havalandı Seok Jin'in. Çocuk gerçekten yaşına rağmen çok güzel cümleler kuruyordu.

"Peki, adını söyleme ama bunu kabul et."

Seok Jin cebinden çıkardığı papatya ve çikolatayı çocuğa uzattığında çocuğun bakışları birden parlasa da geri somurttu.

"Kimsiniz?" Seok Jin çocuğun sorusuyla biraz duraklasa da cevap verdi.

"Öğretmeninin eşiyim." Hye Su'nun şaşkın bakışları Joohyun'a yöneldiğinde Joohyun etrafa bakıp sanki onları duymamış gibi davranıyordu.

"Öğretmenim iyi biri. Sizinle evlendiğinde göre sizde iyi birisiniz. Hediyeniz için çok teşekkür ederim." Hye Su Seok Jin'in elindekileri alınca zıplaya zıplaya mutluluktan öğretmeninin elini bırakıp sınıfına gitti. Joohyun da tam peşinden gidecekken Seok Jin seslendi.

"Biraz konuşabilir miyiz?"

"Ders saatleri arasında meşgul etmeyiniz."

Seok Jin aldığı cevaptan sonra arkasını dönüp merdivenleri indi. Joohyun bir 10 saniye arkasından baksa da kendine gelip sınıfa gitti.

Hye Su'yu ağlayarak gönderen öğrenciler şimdi gülerek sınıfa girdiği için şaşırmışlardı.  Joohyun bu görüntüye gülümseyip herkesi susturdu ve dersine devam etti.

Ama ders boyunca aklında sadece Seok Jin vardı. Onu takip ediyordu ve Hye Su'nun başına gelenleri de duymuştu. Çocukları çok sevdiğinden dolayı Joohyun'a aldığı çiçek ve çikolatayı küçük Hye Su'ya vermişti.

Bu bölüm de bitti. Çok uzun sürmez zaten bu fic.

diğer kurgularıma da bakmayı unutmayın.

hadi öptüm <3

marry me -ksj✅Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin