Gardiyan son kapıyı da açtığında görüş yerine gelmiştim. Bir kaç kişi daha vardı. En arkadaki masaya geçtim ve onu bekledim. Fazla da bekletmedi, geldi. Ben daha oturmadan kapı açılmış ve Yaman gelmişti. Dört yıldır kimseyle görüşe çıkmamış, kimseyi kabul etmemişti. Saçları dağınıktı, gözaltıları yorgun ve çökmüştü. O yirmi dokuz değil sanki yetmişlerinde gibiydi. Yıllar onuda benide çöktürmüştü. "Yüsra..." Dedi, hayret ve inanmamışlıkla. Yutkundu, gözleri doldu, doldu taştı. Sağ gözden akan gözyaşının sebebi mutluluk, sol gözden akan yaşın sebebinin üzüntüdür derler. Sağ'dan önce sol aktı. "Yüsram..." Keder sesine pusu kurmuştu ve onu içine çekiyordu. Beni görmesi ona iyi mi yoksa kötü mü geldi bilmiyorum lakin beni görmesi onu sersemletmişti. Yerinde sendeledi, gözlerini benden ayırmadı. Ona en yakın yere tuttundu, soğuk olan duvara. Geçmişimize yağan karın soğukluğu gibi. Bana yaklaşıp bir çırpıda sarıldı, "Ahh benim gözüm kapıda beklediğim sevdiğim." Dedi, "Hani gelmez diyorlardı, bak geldin." Bacakları onu taşıyamıyordu, bende onu taşıyamadım. Birlikte çöktük yere. Hâlâ bana sımsıkı sarılıyordu, varlığımın yok olmasından korkar gibi. Kollarımda kollarına hapsetmişti. "Nerdeydin, Yüsra nerdeydin?" Sırtıma ıslaklık aktı. Gözyaşıydı bu...