Ulaş geri çekilip kolunu arkadan belime doladı. Önüne dönüp kafasını biraz yukarı kaldırdı ve sonra bir anda gülmeye başladı. Ona bakamıyor olduğum için sadece önümdeki demire bakarak konuştum "ne oldu?"
"Her kötü şeyin içinde iyi bir şey vardır." Kafasını bana çevirdi, ondan cesaret alıp ben de dikkatli bir şekilde gözlerimi onun siyah irislerine çevirdim. Ellerini kaldırıp yukarıyı işaret ettiği zaman bakacakken beni durdurup izin vermedi.
"Kapat gözlerini..."
Dediğini yapıp gözlerimi kapattım.
"Şimdi kafanı kaldır ve gözlerini açmadan tavana bak"
Tekrar dediğini yapıp gözlerimi açmadan tavana kaldırdım kafamı.
"Korkudan bakamayanlar kaçırır bu görüntüyü... ama korkunç değil. Bana seni hatırlatıyor artık."
Onu dinlerken açmadım gözlerimi.
"Şimdi aç gözlerini yabancı... bak. Nasıl senin içine karışan bir renk olmuşum."
Gözlerimi açıp dediğini daha iyi anlamak istedim.
Gözlerimi açtığımda tavanda dönüp duran renk cümbüşünü görünce o dönen renklere güldüm. Yüzüme saf bir gülümseme yayıldı. Her kötü şeyin içinde iyi bir şey var olduğunun en büyük kanıtı benim için Ulaş'ken onun için beni temsil eden renkler miydi?
"Her biri bizi temsil etsin yabancı... sen bu korkunçluğun içindeki güzel şey ol, ben de sana karışan bu renklerden biri..."
Dolan gözlerimi ona yönelttim.
Sen olmamalıydın Ulaş. Benim kaybolan renklerimle kaybolacak olan sen olmamalıydın. Bunu hak edemeyecek kadar harika bir kalbin var senin ve ben buna zarar vereceğim. Ben kendi renklerimle senin bende karışan rengini de solduracağım. Ve tek bir renk bile kıymetlidir bu hayatta. Tek bir şans bile. Bizim öyle bir şansımız yok... senin de solması gereken bir rengin olmamalı. Ben o rengi daha kendikilerimi koruyamadan nasıl koruyacağım?
"O renkler benimle solmayacak yabancı. Ben buna izin vermeyeceğim. Peki sen... sen bana izin verir misin? O renkleri senin için yaşatmama izin verir misin?"
Akmak için deli gibi savaş veren göz yaşlarının arasında zar zor yutkunup cevap verdim.
"Bunun cevabını öğrenmek için bana sadece bir gün verir misin? Her şeyi en başında öğrenmek için?.."
Derin derin baktı gözlerimin içine.
"Tüm zamanlar senin olsun... tüm zamanlarım... ben sana verilmeyen zamanı sana veririm. Sadece bir gün değil. İstediğin zaman ben her ne şekilde olursa olsun sana söz veriyorum seni dinlerim."
"O kadar..."
"Değil 48 saat. 48 bin ışık yılı bile istesen al senin olsun. Bu da benim sana hediyem olsun yabancı... senin bana beni tanıtmanın karşılığı olsun."
Kollarımı bağırarak ona doladım. O benim korktuğum için ona sarıldığımı bilsin... ben ona sarılmak istediğim için sarıldım. Onu üzmemek adına bahane buldum ona sarılmak için. Dolan gözlerimi fark etti mi bilmiyorum, usul usul yüzme süzülmeye başladı mı o göz yaşı bilmiyorum ama onun yüzünden ağladığımı düşünmesin.
Onun söylediklerinin beni ne denli mutlu ederken, o üzüldüğümü sanmasın. Ben gizlice ağlamaya alıştım, o ağlatmaya alışmasın.Bizim inandıkalarımız var, ama en çok canımı yakan... göz ardı ettiklerimiz var.
Lunaparktan çıkıp birlikte duran yağmurun ardında bıraktığı izlerin üzerinde yürüdük. İkimiz de fena halde ıslanmıştık. Yan yana yürüyorduk ama arada kollarımız ve ellerimiz birbirine değiyordu. Lunaparktan çıkalı çok olmamıştı, Ulaş'ın yüzünün kırmızılığı beni güldürüyordu ama kendimi tutuyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sadece 48 Saat
Roman pour Adolescentskim yalnızca yaşayacağı bir 48 saatin böyle güzel olacağına inanır. Peki kim sadece 48 saatte birine inanıp güvenip her şeyiyle tüm kalbini, hayatını, gençliğini, geleceğini, sevgisini sadece adını bildiği sadece kusurunu ve adını söylediği birine t...