Selamun Aleyküm,
Bu mektubumuzda “Hadisler Kur’an ile çelişiyor!” iddialarına ait sunulan on çelişki(!) hakkında açıklama ve izahlarda bulunacağız inşALLAH. Hadisler hakkında çoğu bilgiyi bir önceki mektupta belirttiğimiz için olabildiğince tekrarata düşmeden, hadislerin kendi içerisinde değil de ayetler ile olan ilişkisinden bahsetmeye, idrak ve dikkati o husus üzerinde derinleştirmeye gayret edeceğim biiznillah.Bir önceki girişimde hadisleri hadisler ile çeliştirip güvenleri yıkamayan, istediğini elde edemeyen, iddialarının çürütülmesine katlanamayan, hâlâ hadislerden bahsetmeye kalbi hazmetmeyen kimseler bu sefer de sahih hadisleri ayet-i kerimeler ile çeliştirme gayreti içine düştüler. Bizler görüyoruz ki cidden kendini bu sapkınlığa adamış kimseler var, cidden bundan lezzet alan, tövbe ve pişmanlık duymadan ehli küfür cephesinde cephane taşımak kendilerince bir hizmet görüyorlar âdeta. Peki, netice var mıdır bu gayretlerinde? Bu ahir zamanda bulutlardan dökülen yağmur damlaları gibi sırat köprüsünden düşecek kimselerin olduğundan korkulur! “Çünki samimî bir ihlas, şerde dahi olsa neticesiz kalmaz. Evet ihlas ile kim ne isterse Allah verir.”(Lemalar, 20. Lema, sayfa 150)
Elimizde bir bu imtihan var kardeşlerim. Ömrümüz ne kadar belli değil. Barajı geçtik yahut kaldık bizlere namalûm. Elimize ne fırsat geçse değerlendirmek lâzım, onların ellerine de fırsat vermemek lâzım. Bu hayatı dünya işlerinde de kullanalım, “Gidip de dağlarda ibadete çekilen dervişler gibi hayat sürelim,” demiyorum, lâkin hayat meşgalesi için ahiret gayesinden vazgeçmeyelim.
Onların sadece kendi nefislerine uymak olsun, dinden çıkmak yahut dinsiz yaşayan bir ceset olsun; hiçbirinde “Ben kendi başıma yaşıyorum ne yaşarsam,” demiyorlar. Kendi kalplerine filizlendirdikleri küfür tohumlarını bizim akıllarımıza şüphelerle küfür tohumlarını ekmek istiyorlar. ALLAH-u Teâlâ bu konuda sapkınlıklarını ve gayelerinin en net ve özünü vererek bahseder; “Arzu ettiler ki kendilerinin küfre saptıkları gibi siz de sapasınız da beraber olasınız...”(NİSÂ/89) buyrularak Cehennem’e odun olup kendileri yanmakla kalmayıp başkalarını da yakmak istiyorlar.
“Şâyet onlar sizi ele geçirirlerse, size düşman olurlar, size ellerini ve dillerini kötülükle uzatırlar ve inkâr etmenizi arzu ederler.”(MÜMYEHİNE/2) ayet-i celilesine bakınca bir dersi almamız gerek. Küfre dalmak ve sapkınlık oluşturmak fikir hürriyeti değildir, toplumu ifsat eden, gelecek nesli bozan, toplum düzenini dağıtan, ailelerin içindeki muhabbeti ve güveni öldüren, şehevi arzuların hudut tanımaz ahlâksız özgürlüklerini savunmak özgürlük değildir! Vücudumuzun bir bölümü hasta olsa ve diğer bölgelere de yayılacak olsa hemen ilişkisi kesilir. Bedende büyüyen bir tümör bulundurulmaz, neşterle vücuttan kesilip alınır, kangren ayak bacağı kurtarmak için kesilir; bu haktır ve yapılıyor da. Ama nedense çıplaklığı, iki tarafın razı geldiği zinakâr yaşamı, aile kavramını yıkan, eşler arasında güven bırakmayan kendi nefsani arzuların kol geldiği sözde medeniyet belasından “... Bu sebeple, onlar Allah yolunda hicret edinceye kadar içlerinden dost edinmeyin. Eğer bundan yüz çevirirlerse, onları yakalayın ve bulduğunuz yerde öldürün. Onlardan ne bir dost edinin, ne de bir yardımcı.”(NİSÂ/89) ayet-i kerimesi hakkında laf edenler kendi bulundukları hastalık içinde kıvranarak geberme gayretindeler. Kangren olan ayağı kesen doktor zalim değildir, beyninde ur olan hastanın kafasını kırıp açan cerrah cani değildir, ameliyat için hastasını ellerini kollarını bağlayıp bayıltan anestezi uzmanı zorba değildir! Aynı şekilde de toplumu ve medeniyeti muhafaza etmek isteyen ve Hakk olan ve Hakk’tan olan ayetleri şuurlu bir Müslümanlık ile uygulayan kimseler de demin saydıklarımızın hiçbiri değildir. Bunu kabullenemeyen daha hastalığını dâhi kabullenememiş kimsedir.
Kur’an-ı Kerim’de buyruluyor ki; “Ehl-i kitaptan bir kısmı sizi doğru yoldan saptırmak ister. Oysa onlar sadece kendilerini saptırırlar da farkına bile varmazlar.”(AL-İ İMRÂN/69) Onlara küfür öyle bir işlemiş ki bedenlerinden söz olarak, amel olarak, huy ve tavır olarak sergileniyor, içlerinde biriken sapkınlık topluma virüs gibi yayılmak istiyor. Artık öyle kimseler dinin hudutlarını dinlemeyerek kazandıklarını düşündükleri özgürlüğü aslında nefislerine satarak kendi içlerindekine köle oldular. Zaten bir kimsenin esas hürriyetini kısıtlayan kişinin içinde bulunduğu kafes değil, içinde beslediği düşmanın hakimiyeti altına girmektir.
Her arzu ettiğini bize yaptıran nefisten kötü düşman kim vardır? Her istediğini yapamadan duramayan kimseden daha köle kim vardır? Kendinde olan o harabiyeti göremeyen kimseler toplumda olmasını istediklerini gerçekleştireceklerini bir pencereden hayal kurduğu sapkın toplumu en fazla beş dakika izlese Cehennem’de olan nizam ona daha cazip gelir! O hâlde Peygamberimiz’in(s.a.v) tek sözünü çiğnetmemek, kutsal ve korunmuş kitabımıza tek iftira atılmasına müsaade etmemek lâzım gelir. Bunlar İslâm dininin sağlam iki kirişleri, yağmurdan rüzgârdan koruyan dört bir yanı muhafaza eden duvarlar. Artık sünnetsiz ve hadissiz bir ümmet olunmayacağını kabullenmek gerektir. Kur’an ve hadis olmadan Hakk’a giden doğru bir güzergah çizilmeyeceğini idrak etmek lâzımdır. Bu iki esasın et ve kemikten farkı yoktur ve hiçbir canlı o ikisi olmadan hareket edemez, bir Mü’min onlarsız imanlı bir hayat süremez! Bu iki değerine namusundan, toprağından, ailenden ve canından, hatta nefsinden fazla önem ve öncelik vermen gerektir. Ebu Hüreyre’den(r.a) nakledildiğine göre Peygamberimiz (s.a.v) şöyle buyurdu: “Size iki şey bırakıyorum. (Bunlara tutunursanız) asla delalete düşmezsiniz: Allah’ın kitabı ve sünnetim. Bu ikisi (kıyamette) havza kadar ayrılmadan beraberce geleceklerdir.”(Hâkim,1/93).
Bize 14 asırdır kuşaktan kuşağa aktarılan iki emanet var ve bizler eğer onlara sahip çıkmaz ve sonraki kuşaklara aldığımız titizlik ile aktarmaz isek girdiğimiz vebal büyüktür. Bizler bu yaşadığımız hak olan bu din kadar kıymetliyiz. Medeniyet ve gelişmişlik bunda yatmaktadır. Esas övünülecek ve ahirette taktir görecek erdemli davranışlar Rabb'imizin dilediği bir yaşam standardını kendi hayatına oturtan kimseleredir. “Yüzlerinizi doğuya ve batıya çevirmeniz erdemlilik değildir. Asıl erdemli kişi Allah’a, âhiret gününe, meleklere, kitaba ve peygamberlere iman eden; sevdiği maldan yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışlara, yardım isteyenlere ve özgürlüğünü kaybetmiş olanlara harcayan; namazı kılıp zekâtı verendir. Böyleleri anlaşma yaptıklarında sözlerini tutarlar; darlıkta, hastalıkta ve savaş zamanında sabrederler. İşte doğru olanlar bunlardır ve işte takvâ sahipleri bunlardır.”(BAKARA/177)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sahih Hadisler Kur'an İle Çelişiyor İddialarına Cevaplar
SpiritualBu mektubumuzda "Hadisler Kur'an ile çelişiyor!" iddialarına ait sunulan on çelişki(!) hakkında açıklama ve izahlarda bulunacağız inşALLAH. Hadisler hakkında çoğu bilgiyi bir önceki mektupta belirttiğimiz için olabildiğince tekrarata düşmeden, hadis...