Sena Şener- Her An Gidebilirim
Ludovico Einaudi- Nuvole Bianche**
**Deren Aksu
Ben yitirilmiş bir kadındım. Daha küçük bir çocukken yetiştirilme yurdunun kapısının önünde bir gün hiç tanıyamadığım annem ve babamın ölmemişler gibi gelip beni oradan kurtaracaklarına olan inancımı yitirmiştim. Genç bir kızken sayısızca yediğim dayaktan ve hakaretlerden sonra 18 yaşıma bastığım gün bir bez parçası gibi sokağa atılırken hislerimi yitirmiştim. Yetişkin bir kadın olduğum zaman bir parça ekmek için oradan buraya savrulup köle gibi çalışıyorken ben, kendimi yitirmiştim. Evet, dediğim gibi ben gerçekten yitirilmiş bir kadındım. Yalan söylemiyordum. İlk başta inancımı daha sonra hislerimi en sonunda ise kendimi yitirmiştim. Bunu ben istememiştim. Hayat istemişti. Yaşadığım hayat bana bunları göstermiş, böyle olmasını istemişti. Ben sadece uyum sağlamıştım. Olmuş ve olabilecek bütün her şeye.
Belki de tüm hayatım boyunca acılar gelip bir çığ gibi yüreğime düşerken tek yaptığım şey gelen fırtınaya kollarımı açabilmekti. Çünkü, şu kısacık hayatta neyi sevdiysem kaybetmiş, neye güvendiysem hayal kırıklığına uğramıştım. Kısacık dünya, kocaman acılar sığdırmıştı yüreğime. Umutlarımı esir olarak almış ve bir daha bana geri vermemişti.
Tüm kalbimle ve ruhumla umutsuzluk içinde çırpınıyordum. İlerleyemiyordum, koşamıyordum, yürüyemiyordum. Hayat, ruhumu adeta felç bırakmıştı. Acılara karşı hissizleşmiş, yok olmuştu. Ve ben yok oluşumu kendi gözlerimle izlemiştim. Kendi sahnemde kendim rol aldığımı bilerek.
O sahnenin seyircisi de ben olmuştum, oyuncusu da.
Bu zamana kadar herkes hayatın bir perdeden ibaret olduğunu savunmuştu bana ama ben yalnızca o perdenin uçlarında savrulan salkımlar olabileceğimin farkındaydım. O denli ufak, önemsiz. O denli rüzgarda savrulan fakat nereye savrulduğunu dahi bilmeyen salkımlar...
Hayat denen o perdenin bana verdiği yer bundan ibaretti. Bu kadardı. Hiçbir zaman daha fazlasına sahip olmamış, olamayacağımı da bilerek yaşamıştım. Fakat şimdi, ruhum acıyı bile hissetmezken içimdeki karmaşa bana garip hissiyatlar aşılıyordu. Ölmediğimi, başaramadığımı bile bile yaşamaya devam ediyordum. Ve ruhum rüzgarda savrulurken biliyordum ki bir daha bu kadar cesur olamayacaktım. O ipi tekrardan ellerime bu denli kuvvetli bir şekilde alamayacaktım.
Hayat, bana son bir şans vermişti. Bu şans, yaşam ve ölüm arasında bocalayan ruhumu bir sonuca ulaştırabilecekti. Sonunda bir kez olsun arafta sallanmayacaktım. Gri olmayacaktım. Önümde yalnızca iki seçenek kalacaktı.
Ölüm ve yaşam. Siyah ve beyaz.
Bunun ne anlama geldiğini çok iyi biliyordum. Son bir şans. Son bir umut. Umudun ne olduğunu bilmeyen bir insanın avuçlarına ilk defa umut konulmuştu. Bundan sonra ne olurdu bilmiyordum fakat ellerimin içine konulan bu umut, beni son defalığına intihara sürüklemiş gibiydi. Yapmam dediğim şeyleri yaptırıyordu. Gitmem dediğim yerlere götürüyordu. Yaşadığım anılardan kaçmamı engelliyor, paradoks haline dönüşüp kendini hatırlatıyordu.
Şu anda oturduğum bankta ruhumun savrukluğuna ve içimdeki bilinmezliğe karşı savaş açmışken tam olarak ne yapmam gerektiğini bilmiyordum. Düşündüm düşündüm ve bir çıkış yolu bulamadım. Sanki gidebileceğim bütün yollar kapanmıştı. Ama biliyordum ki pes edemezdim. Kendi yaşadıklarım için değil, yaşattıklarım için pes edemezdim. Yaşattıklarımın sebebi olanlara hak ettiklerini vermeden bu dünyadan ayrılmamayı kafama koymuştum, zaten en fazla ne kaybedebilirdim ki? Ölür müydüm? Eh, anladığım kadarıyla zaten ben ölü biriydim artık. Minez'e çektirebildiğim kadar acıyı da çektirmiştim zaten. Kısacası, kaybedecek hiçbir şeyim kalmamıştı. Elime ilk defa bir fırsat geçmişti, önlerine geçmem belki de zaferle bu savaşıma son vermem için avuç içlerime küçücük bir ihtimal konulmuştu. Bu ihtimali yok etmeyecektim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MEYUS
Teen FictionHer şey, bir gece yarısı bulunduğu coğrafyanın en ünlü yazarlarından biri olan Deren Aksu'nun intihar etmesiyle başladı. Genç yazarın, ardında bıraktığı mektup ölümüne dair sevenlerine birçok ipucu bıraksa da neden intihar ettiği henüz kimse tarafı...