Jin hyungun yılbaşı telaşı her yeri sarmıştı. Her gün depoda duran bedenimin yanına geliyor ve nasıl evi nasıl süslemesi için benden fikirler alıyordu.Elinde süslerle defalarca yanıma gelmişti ama ben yılbaşlarını pek umursamadığım için yapabileceğimin en fazlası şekilde yardım etmeye çalışıyordum.
O günden sonra Jin hyung üzerimdekileri değişmeme yardım etmiş bana sıcacık şeyler getirmişti.Üşüttüğüm içinde verdiği ilaçları her gün içiyor, dediği her şeyi yapıyordum ama depodan çıkmama izin yoktu.
Jin hyungun dediğine göre Jeon onları sıkıca tembihlemişti ve her ne kadar beni çıkarmak istese de yapamıyordu hyung.
Akşama doğru uzandığım küçük kendimce anlandırdığım yatağımda diklendim.Sırtımı deponun duvarına yaslarken çok pis koktuğumu anlamam uzun sürmemişti.Yıkanmamıştım, terli ve pistim.Maalesef Jeon buna da izin vermiyordu.
Saatin kaç olduğun a dair herhangi bir fikrim yoktu, her yılbaşını Taehyung ile kutladığımız için çok güzel geçerdi.Eve daima bir ay önceden süsler alır, kocaman çam ağacını süslerdik.Yapmayı en sevdiğimiz aktivite buydu.Çam ağacını süslemek gerçekten çok eğlenceliydi ama gel gör ki bu sene ne Taehyung vardı ne de yılbaşı.
Burada böyle dura dura sonum nereye gidiyordu bilmiyordum açıkçası.Ya böylece ölecektim ya da bir şekilde kurtulacaktım.O gün olanlardan sonra kesinlikle bir daha kaçmayı düşünmüyordum.Bu yüzden sadece bekliyordum, ne olacak ise olsundu artık bana göre.
Hiçbir şeyin önemi kalmamıştı.
Deponun kapısının yavaşça açıldığını duyduğumda kucağımdaki yastığa yasladım kafamı.
O gelmişti.
O günden sonra ilk kez geliyordu yanıma.
Gözlerimi o hariç her yerde gezdiriyordum, tek beslediğim şey nefretti.
Yanda duran sandalyeyi çekip oturduktan sonra bacaklarını üst üste attı ve elini çenesine yasladı.Sessizdi, şaşırıyordum.Beni konuşarak bile mahvetmesi gerekmiyor muydu?
''Babanın yerini öğrendim.'' demişti.Dönüpte yine ona bakmadım, ellerime bakıyordum.
Bulmuşsa ne olmuştu?
''Ve tuhaftır ki bana senin gibi bir oğlu olmadığını söyledi.'' ortaya histerik bir gülüş sunmuştu.Şaşmamıştım, elbette öyle derdi.
''Çok tuhaf Park Jimin.'' tuhaf olanda neydi?
''Baban seni sevmezken, etrafındaki herkesin sana sevgi beslemesi çok tuhaf.'' yüzüme böyle vurursa hoşuna falan mı gidecekti? sanki sikimdeymiş, umursuyor ve üzülüyormuşum gibi.
Oturduğu sandalyeden ayaklanarak tam önüme geldi ve başparmağı çenemi buldu.
''Bana bak.'' dediğini uygulayarak gözlerimi ona diktim.Gözlerinde hiçbir şey görmüyordum, gördüğüm tek şey boş bakışlardı.
''Sana gram acımıyorum, biliyorsun değil mi?'' elimi yastığımdan kaldırıp sertçe çenemdeki elini indirdim.
''Bana sakın bir daha dokunma.'' oturduğum yerden kalkarken sinirle soludum.Sırf onun yüzünden sinirlenmekten çok sıkılmıştım.
''Gitmek istiyorum.'' diye mırıldandım.
''Sana daha önce söylememiş miydim ufaklık? burdan ancak ben istersem, ya senin ölün çıkar ya da benim.'' çömeldiği yerden ayaklandı.Bana doğru adım attığında ayakkabıları sert zeminde ses çıkartıyordu.
''Daha güzel bir şekilde tanışmamız olabilirdi aslında, senin gibi bir bedeni kaçırmış olmak beni üzüyor.'' resmen benimle dalga geçiyordu, suratında ki o alaycı ifade sinirlerimi o kadar çok bozuyordu ki delirecek gibi oluyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
We'r Not Broken ℘ JiKook
Fanfiction"O halde.." diye başladı cümlesine.Daha sonrasında gözlerimiz aynada kesişti. "Neden, bana sevgiyi, değeri.." "Âşkı." her bu kelimeye geldiğinde kulağıma fısıldıyordu. "Vermek ister gibi bakıyorsun gözlerime? Ellerimin altında titriyorsun." Hayır...