Duyduğum kapı sesiyle gözlerim yavaşça açılırken kimin geldiğini anlayamıyordum ama istifimi bozmadım. Uzandığım sert zeminde kenara kıvrılmış, kolumu da kendime yastık yapmıştım. Dünden beri ne yemek yemiştim ne de su içmiştim. Çok acıkmıştım ama dayanamayacağım bir şey değildi.
Gözlerim tanıdık siyah rugan ayakkabılarını bulduğunda derin bir nefes aldım.
''Yemek vakti.'' dedi kalın sesiyle. Gözlerimi tekrar kapatıp dediğini görmezden gelmeye çalıştım ama görmezden gelinmekten nefret ederdi.
''Ayağa kalk.'' diye emir verdi bu sefer.
''İstemez.'' dedim sadece. Onunla konuşmak, sesini duymak bile istemiyordum. Bir anda tişörtümden tutulup çekiştirildiğimde zorla gözlerimi açmak zorunda kalmıştım. Beni bir çırpıda kaldırdığı gibi sırtımı duvara sabitledi.
''Dokunma bana!'' çığlık atmıştım bomboş depoda. Sesim etrafta yankılanırken sinirle bana baktı.
''Sana yemek yemen gerektiğini söylüyorsam yiyeceksin Jimin.'' tepsideki yemekten bir kaşık alıp bana uzattığında kafamı yana çevirerek onu reddettim.
Reddedilmeyi de sevmezdi. Çenemden sertçe tuttuğu gibi yanaklarıma bastırmış, ağzımı açmamı sağladıktan sonra yemeği ağzıma soktu.
Sinirle eline vurduğumda derin bir nefes alıp ağzımdaki yemeği suratına doğru tükürdüm.
Bu yaptığım çığırı aşmıştı. Yüzündeki yemeği sildiğinde, boynundaki damarlar çoktan çıkmıştı. Beni omuzlarımdan yakalayıp sertçe duvara vurduğunda iki elide boğazıma dolanmıştı.
''Yemin ederim, ertesi güne sağ çıkmanı sağlamam küçük velet, o hareketlerine dikkat et!''
Beni bıraktığında yerdeki tepsiyi tekrar eline alarak bu sefer yemeğin içine tükürdü.
Tepsiyi önüme doğru attı.
''Yiyeceksin bu yemeği, hepsini yediğini göreceğim. Aksi taktirde ben yediririm sana.''
''İstemiyo-'' cümlemi tamamlayamadan dudaklarım arasından kaçan hıçkırıkla deli gibi ağlamaya başladım.
Gözleri üzerimdeydi.
Onun önünde ağlamaktan nefret ediyordum. Kafamı duvara yaslayıp hıçkırıklarımı dizginlemeye çalışırken elimin tersiyle göz yaşlarımı siliyordum.
''Tamam.'' dedi, önümdeki yemeği geriye iterken.
''Dünden beri bir şey yemiyorsun, ne yemek istersin?'' önümde eğilip çenemi tutup kendine çektiğinde, bu sefer sanki daha nazik olmaya çalışır gibiydi. Sadece kafamı iki yana sallamakla yetindim.
Depodan çıkıp 5 dakika sonra geri geldiğinde elinde yeni bir tepsi vardı.
Yanımdaki sandalyeyi çekip oturdu.
''Hadi bunu ye Jimin.'' kafamı tekrar iki yana sallayarak tişörtümün kollarını çekerek akan burnumu sildim. Yaşlarım hala akıyordu ama neyse ki hıçkırığım durmuştu.
''Yemeğini ye de sana duş aldıralım.'' duş kelimesiyle kafamı sallayıp hemen tepsiyi elime aldım. Çok pis kokuyordum ve cidden duş almayı çok severdim. Yemeği bitirip, burnumu çekerken tepsiyi öne doğru iteklemiştim.
Sanki ağlamam, onda bir şeyleri değiştirmişti. Oturduğum yerden kalkmaya çalışıyordum şimdide. Her yerim o kadar ağrıyordu ki hareket edecek gibi değildim. Bunu gördüğünde yanıma gelerek beni belimden tuttu ve sakince kaldırdı.
Kolumu omuzuna atarak ona tutundum ama bu demek değildi hala ondan nefret etmiyordum diye.
Ondan nefret ediyordum ve hep edecektim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
We'r Not Broken ℘ JiKook
Fanfiction"O halde.." diye başladı cümlesine.Daha sonrasında gözlerimiz aynada kesişti. "Neden, bana sevgiyi, değeri.." "Âşkı." her bu kelimeye geldiğinde kulağıma fısıldıyordu. "Vermek ister gibi bakıyorsun gözlerime? Ellerimin altında titriyorsun." Hayır...