Oturduğum masada gergince ayağımı sallarken bacağıma yavaşça elini koyup bana gülümseyen Jin hyunga baktım.Neyse ki çoktan iyileşmişti ve herhangi önemli bir şeyi yoktu.
''Gergin olmana gerek yok Minie, ben buradayım.'' kulağıma fısıldadığı güven verici sözler ile kafamı sallayıp derin bir nefes aldım.Bacağımı sallamayı keserken çatalımı elime aldım ve birkaç şeyi ağzıma attıktan sonra çoktan doyduğumu hissediyordum.Buraya geldiğimden beri gram iştahım kalmamıştı ve her geçen gün doyduğumu hissediyordum.
Gözlerim Jungkook'a bir anlığına kaydığında, masanın tam baş yerinde oturmuş güzel elleriyle sardığı şarap bardağı ile bana bakıyordu.
Keskin bakışlarla.
Neden öyle baktığını anlamasam bile kafamı hemen çevirip yemeğime dönmüştüm.Jin, Yoongi ve Hoseok hyungun ısrarlarıyla bende bu masaya oturmuş onlarla birlikte yemek yiyordum.
Nasıl geçiyordu boğazından yemekler? nasıl bu kadar iyi gözüküyordu herkesin yaşama sevincini elinden yavaş yavaş alan biri olmasına rağmen?
Gerçekten ona hayretler içerisinde kalıyordum.Taehyung artık onun yüzünden yoktu ve ben onsuz hala ne yapacağımı bilmiyordum.
Onu gerçekten o kadar çok ama çok özlemiştim ki nefes alamadığımı hissediyordum onsuz geçen her günümde ve sanki her şey o kadar kolaymışçasınaydı ki.
Kimse Taehyung'un gitmiş olması ile ilgilenmiyordu.Herkes kendi halineydi.Sanki bu dünyaya daha önce gelmemiş gibiydi Taehyung, o kadar hissizdi etrafımdaki her şey.Jin hyung iyileştiğinden beri değil Namjoon ile konuşmak, gözlerini tek bir saniyeliğine bile olsun ona çevirmemişti.O kadar hayretler içerisinde kalıyordum ki, nasıl bu kadar hissiz olabiliyordu o ikisi? birisinin sevgilisi, birisinin ortağı.. ben bile hala Taehyung'un gidişine inanamaz, her gün sinir krizleri geçirmeye devam etsem de onlarda öyleydi değil mi?
Taş kalplı, soğuk, duygusuz.
Hoseok ve Yoongi'nin de onlarla çok sık konuştuğunu görmemiştim, her iki tarafta birbirlerinden oldukça rahatsız oluyor gibiydi ve bende tam ortalarında kalmıştım.Ne yapacağımı bilmiyordum.
Herkes yavaş yavaş yemeğini yerken, göze batmamak, bana tek bir laf söylememesi için uğraştığım çaba sona ermiş bıkkınca gözlerimi ona çevirmiştim.
''Bizimle bu masada oturuyorsan, yemeğini yiyeceksin.'' gözlerim önce Jin hyungun sabır dileyen yüzüne takıldıktan sonra tekrar derin bir nefes aldım.Beni asla rahat bırakmayacaktı, eli hep ensemdeydi.
Masadaki çatal bıçak sesleri kesildiğinde Hoseok hyungun öne atılmış olduğunu fark ettim.
''İştahı yok belki, bu seni ne ilgilendirir?'' gözlerini bir an olsun bile ona çevirmedi.
''Seninle konuşmuyorum, muhattabım o.'' işaret parmağını bana uzattığında daha fazla sorun çıkmasını istemediğim için hızla ayaklanmıştım.
''Size afiyet ol-''
''Otur yerine.'' dedi sertçe.Bu gece bana rahat bir nefes aldırmayacaktı, dengesiz herif.
''Yemek istemiyorsa gidebilir Jungkook, onu rahat bırak.'' Jin hyung aramıza girip beni kurtarmak için konuştuğunda tek kelime etmeden tekrar yerime oturdum.
Çatalımı elime alıp tabağımdaki bütün yemeği bitirine kadar gözlerini benden hiç ayırmadı.Sonunda yemeği zorlukla yedikten sonra yavaşça önümden ittim ve tekrar ayaklandım.O zaman kadar herkes yemeğini bitirmiş masadan kalkmıştı zaten.
Tekrar depoya gideceğim üzüntüsüyle omuzlarım çökmüş bir şekilde odaya ilerliyordum -ki yanıma gelen çalışanlardan biri beni tutmuştu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
We'r Not Broken ℘ JiKook
Fanfiction"O halde.." diye başladı cümlesine.Daha sonrasında gözlerimiz aynada kesişti. "Neden, bana sevgiyi, değeri.." "Âşkı." her bu kelimeye geldiğinde kulağıma fısıldıyordu. "Vermek ister gibi bakıyorsun gözlerime? Ellerimin altında titriyorsun." Hayır...