"Ah bu katı, kaskatı beden bir dağılsa, eriyip gitse bir çiy tanesinde sabahın! Ya da Tanrı yasak etmemiş olsa, kendi kendini öldürmesini insanın!"
Bedeni yalnızca soğuktan titreyen üşümüş, ve hissizleşmiş bir boşluktan ibaretti. Eğer şimdiye kadar var olduysa bu hayatta, nasıl oldu bilmiyordu. Yaşadı mı gerçekten, yoksa bir kum tanesi kadar değeri yok muydu? Kimsesi yoktu, yanına sığınabileceği. Sığınacak birini aramıyor olsa bile. Yağmur bardaktan boşanırcasına yağarken, tek çizgide yürüyorcasına adımlarını atıyordu. Sanki dünya saklıyordu kendisini ondan. Bırakmak istedi, düşünmemek, ihtiyacı yoktu kimseye. Aynı kimsenin ona ihtiyacı olmadığı gibi. Yağmuru yüzünde, göz kapaklarında hissediyordu. Acı içinde miydi, emin olamıyordu. Ruhu çektiği acılardan ibaretti ve artık hissizleşmişti. Ya da öyle sanıyordu.
Oturup düşünmek istemedi. Bir şeyler yapmak istedi. Önemsiz olsa dahi, sadece bir şeyler. Düşünmek istemedi hiçbirini. Kimsesinin olmayışını. Bir gün öncesinde, en azından bir kişi vardı dünyasında, hala "baba" diyebileceği. Ne kadar çektirmiş olduğu acılara inat, yine de seslenmeye devam etmişti hala aynı şekilde. Yahut şimdi kimseye seslenmek dahi istemiyordu. Kimi vardı? Kendiyle baş başa mıydı yoksa kendisini de uzun zaman önce kaybetmiş miydi?
Beş yaşından beri vücuduna atılan her bir darbenin izlerinin sahibiydi babası, yine de susuyordu kalbi. Nasıl nefret edebilirdi, hayatı boyunca gerçek sevginin ne olduğunu bilmediği halde.
Hannibal'ı arkasında bırakıp yürümeye başladığında, elindeki içkisini kafasına dikti. Neden, sadece anlayamıyordu. Neden herhangi biri onunla ilgilenirdi? Hiçbir sebep bulamıyordu, asla bulamayacaktı belkide. Arka kapıdan çıktığında, tüm herkes ön tarafta olduğundan sessizlik bir an için keskin geldi Will'e. Sadece iki bardak içtiği halde, bünyesi alışık olmadığından görüşü yavaştan bulanmaya başlamıştı. Görüşünün netleşmesi için arkasını evin duvarına dayayıp, bahçeye bakarken birinin yanında durduğunu görmüştü. Bakışlarını döndürdüğünde, ilk önce daha önce görmediği bir surat olduğundan emin olacaktı fakat ardından Matthew'in arkadaş grubundan olduğunu hatırladı.
"Will? Ne yapıyorsun burada?" Elindekini dudaklarına götürüp nefesini içine çektikten sonra kısa bir an öksürdü. Bakışları Will'i buldu.
Will kaşlarını çatarak başını düşürdüğünde, ne demesi gerektiğini bilemedi. Daha önce hiç birbirleriyle konuşmamışlardı ama karşısındakinin bununla bir sorunu yok gibiydi. Sigara olmadığını dumanın kokusundan anladığında soran bakışlarını dudaklarına götürmüştü. İsmini hatırlayamadığı çocuk yüzüne baktığında, "Ne oldu- daha önce hiç içtin mi?"
"Hayır." diye itiraf etti anında Will, hala dudaklarındaydı bakışları. Öyle yorgun hissediyordu ki, ağzından çıkan tek bir kelime dahi olsa onu yoruyor gibiydi.
"Denemek ister misin?"
Will boş bardağını umursamazca yere bıraktığında elini hafifçe kaldırdı ve çocuğun elinden uzanıp aldı. Ne olduğunu sormamıştı. Açıkcası bu andan sonra çok da önemli olmamıştı. Sargılı olan yerini elini dokundurduktan sonra diğer tarafını dudaklarına koyup içine çekti. Aynı anda ise göğüs kafesi sıkıştı ve aniden öksürmeye başladı fakat fazla uzun sürmedi. Nefes almasını kontrol altına aldığında geri uzattı. İçinden bir dürtü yükselip, boğazına kadar ulaştığında ve her bir iliğini ısıttığında kaşları çatıldı anlamsızca. Tüm kasları, kendi bedeninin altında gevşerken başını duvara doğru yasladı hafifçe.
"Daha önce marihuana almadığın belli."
"Ne?"
Çocuğun gülüşü yüzünde belirdiğinde başını salladı. Cebinden sargılı başka bir tane çıkardığında Will'e uzattı. "Normalde herkese böyle bedavaya vermem."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
flawed icarus | hannigram au
Fanfiction"Ne olursa olsun, bana geri dön." "Beni kimse ve hiçbir şey senden ayıramaz."