15|bunun için kelimelere ihtiyacım olmazdı, ekselansları.

129 23 140
                                    

"Yorgun gözüküyorsun, bir sorun mu var Yangyang?"

Prens Renjun elindeki demlikten fincanlara çay dolduruyorken Prens'e şöyle bir bakış atmış, halini gördüğünde gülümsemişti. Koltukta neredeyse uyuyacak gibi görünüyordu, normalde hep yandan ayırdığı saçları alnına dökülüyor, gözlerini örtüyordu, zorlukla nefes alıp veriyor, aralıklarla burnunu kırıştırıyordu, sevimliydi.

"Bu akşamı birlikte geçiririz diye düşünerek akşamki derslerimin hepsini sabaha aldırdım ve şimdi de ölmüş hissediyorum, Renjun."

Prens Renjun onun bu hâline bir kez daha gülümsemiş ve iki kez hafifçe başını salladıktan sonra fincanını tepsiye geri bırakmıştı. Derin bir nefes aldı, yavaşça ayağa kalktı ve karşısındaki Prens'in yanına gitti, hafifçe eğildikten sonra ilk gözlerine giren saçlarını nazik dokunuşlarla çekmişti. O sırada Prens Yangyang istemeye istemeye de olsa gözlerini araladı, Prens Renjun'un beyaz kıyafetlerini, uzun saçlarını ve kahküllerini, güzel gülüşünü gördüğünde gülümsedi o da. Prens Renjun'un incecik parmakları artık çenesindeydi, elini onun elinin üzerine koydu yavaşça.

"O halde ben şimdilik gideyim ve sen de dinlen, akşam vakti birlikte yürüyüşe çıkabiliriz."

Onun gideceğini duyduğunda tutuşunu sıkılaştırdı, gitsin istemiyordu. Sınırlı vakti dinlenmeye ayıramayacak kadar önemliydi. Zaten birlikte çok bir zaman geçirememişlerdi şimdiye kadar, o da en az kendisi kadar meşguldü. Bundan hoşlanmamıştı Prens Yangyang, hasret bile gideremeden ayrılabilecek oldukları düşüncesi fazlasıyla sinir bozucuydu.

"Gitmesen, Renjun? Dinlenmeme gerek yok, seninle zaman geçirmek istiyorum."

"Peki o halde, biraz çay içelim. Kendini biraz daha iyi hissettiğinde çıkarız."

"Teşekkür ederim Renjun, seni seviyorum."

"Rica ederim, ayrıca ben de seni seviyorum Yangyang."

Prens Yangyang ona verebileceği en sıcak gülümsemeyi bahşettikten sonra yüzündeki minik elini çekip avuç içine dudaklarını bastırmıştı. Renjun hafifçe pembeleşmiş yanaklarıyla geri çekildi, az önce kalktığı yere tekrar oturmuş, çiçek desenli fincanını bir kez daha eline almıştı. Bir yudum aldı, sıcağı ağzını yakan çayın hafif keskin tadı büyüleyiciydi.

"Zaman çok hızlı geçiyor, kalan iki haftamızın sonunda ayrılmaktan o denli korkuyorum ki anlatamam, Renjun. Senden hiç ayrılmak istemiyorum, her şey gözümde büyüyor şu sıralar."

Yangyang gözlerini kaçırdı, gülümsemesi hâlâ yerindeydi fakat şimdi oldukça hüzünlüydü. Gitmek istemiyordu, bir yıl sonra kavuştuğu biriciğini bırakmak düşüncesi o kadar korkutucu geliyordu ki gözüne... Gerçi Prens Renjun da ondan farklı değildi, sessiz kalıyor, ona bir şey söylemiyordu fakat gideceğinin kendisi de farkındaydı. Zamanlarını birlikte geçirmek için ellerinden geleni yapsalar bile mutlaka bir eksik çıkacak, mutlaka bir pişmanlık doğacaktı, yine kendilerini sorgulayacaklardı neden yapmadık diye, yine hasretin boğazda bıraktığı yumrudan nasiplerini alacaklardı ve belki en sonunda hiçbir şey olmayacak, şimdi yaşadıklarıyla kalacaklardı.

"Şimdilik kafanı yorma bunlara, gelecek meselelerini zamanı geldiğinde düşünür ve kafa ağrıtırız Yangyang, hem şöyle bir bakarsam bu da zaman kaybı değil mi? Gülerek geçirebileceğiniz vakitleri, severek geçirebileceğimiz vakitleri geleceğin endişesine kapılarak harcamamalıyız."

"Haklısın... ama yine de..." Bir şey söyleyecek oldu, aslında birçok şey söyleyecek oldu. Susmak istemedi ama konuşamadı, öylece kaldı sadece, nefesini verdi. Şimdi bunun münakaşasının yeri değildi belli ki, bu sebeple aniden dudaklarını birbirine bastırdı. Sessiz kalmayı seçti birkaç saniyeliğine, en azından o konuşana kadar.

ElysianHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin