58|elysian.

82 13 50
                                    

"Durumumuz pek parlak görünmüyor Majesteleri. Az önce aldığım bilgilere göre Taiyang ordusu beraberinde yüzü aşkın sayıda büyücü ile birlikte gelmiş ve savunmalarını aşmak neredeyse imkansız gibi. Öte yandan sizin emriniz doğrultusunda biz az sayıda büyücü gönderdik, görünüşe göre hata etmişiz."

Habercilerden birisi Majestelerine mevcut durumu izah ediyorken Majesteleri taht odasında önünde durduğu pencereden dışarıyı izliyordu, ellerini belinde birleştirmişti ve oldukça sakindi, öyle ki yenileceklerine ihtimal dahi vermediği belliydi. Uzun bir süre boyunca sessiz kalmayı seçtiği için onun ne düşündüğünü anlayamayan saray halkı gittikçe daha da tedirgin oluyor gibiydi, hatta büyük bir çoğunluk onun tamamiyle planlarının suya düştüğünü sanmıştı.

Nitekim bu mümkün değildi, onlar henüz yeni krallarını olması gerektiği kadar tanıyamamıştı belli ki.

"Ne yapmamızı söylüyorsunuz Majesteleri? Cepheye büyücü gönderecek miyiz?"

Herkes Majestelerinin başını sallamasını veya en azından onay verircesine bir işaret yapmasını planlıyordu  fakat Majesteleri bunu yapmamaya yeminli gibiydi. Cevap vermedi, sadece geçip tahtına oturdu, etrafta gözlerini gezdirdi, oldukça sakin bir şekilde parmaklarındaki yüzüklerini izledi ve beyaz gül şeklindeki yüzüğüne gözleri değdiğinde aklına biricik eşi geldi. Kendisine uzun uzadıya bahsettiği büyü ile meşgul olmalıydı artık, bunu bildiği sürece de büyücüler konusunda dert etmesine gerek kalmayacaktı.

"Oraya gönderdiğim büyücülerin hepsi bir amaç uğruna bizzat eşim, Xiao Dejun tarafından seçildi. Daha fazla büyücü göndermeyeceğiz, aksine, tam yirmi dört saat dolduğunda oradaki büyücüleri de geri çekeceğiz."

"Lakin Majesteleri, bu savunmamızda büyük bir boşluk yaratır ve Taiyang'ın topraklarımıza girmesine sebep olur!"

Majestelerinin yanlış bir karar verdiğini düşünen adam öne atılmış ve ona açık noktayı göstermek istemişti fakat açık noktayı asıl göremeyen yine oydu. Majesteleri yavaşça gülümsedi derin bir nefes verdi. Adamlarına neler olduğunu anlatamayacak olmanın getirisi olan yanlış anlaşılmayı nasıl çözebileceğini düşünüyordu sanki. Onların düşüncelerinde biraz haklılık payı olduğunu biliyordu, ne de olsa sınırda bir savaş vardı, kanlı bir savaş...

Ve o bu savaşta yenilmeye çalışıyormuş gibiydi.

Lakin bu doğru değildi, Majesteleri hiçbir zaman baştan vazgeçen biri olmamıştı, o sona hazırlanıyordu.

Bu savaşı dünya tarihinin en kısa süren savaşı yaparak da adını duyurmaya niyetli gibiydi.

"Yarın bu saatte bu savaş bitecek ahali. Bana ister inanın ister inanmayın, bitecek. Bu yüzden şu an size emrediyorum ki kararlarımı sorgulamayın, çünkü yarın bu saatte anlayacaksınız."

Adamlar hoşnutsuz dahi olsa işlerine geri döndüğünde içeri General Ten girdi, selamını verdi ve neredeyse boşalan odada kalan birkaç görevliyi bakışlarıyla çıkardı. En sonunda baş başa kaldıklarında Majestelerinin emriyle tahta çıkan merdivenleri adımlayarak yanında durmuştu, biraz kulağına eğildi ve fısıldadı.

"Xiao Dejun büyüye başlamış bulunmakta. Yirmi üç saat kadar sonra büyü yok olacak ve saldırıya geçeceğiz. Her şey kararlaştırılmış bulunmakta."

Majesteleri başını salladı ve ciğerlerine derin bir nefes doldurdu, biraz sıkıntılı görünüyordu doğrusu, ancak bu sıkıntısı güzel eşini saatlerdir görmeyişinden kaynaklıydı. Savaş hakkında endişelenmiyordu, her şeyi en ince ayrıntısına kadar düşünmüş ve birçok plan yapmıştı, gelişine hazırlıklı olmadığı tek bir durum bile yoktu neredeyse.

"Yirmi üç saat sonra tarih yazacağız."

"Yazacağız, Majesteleri, kazanacağız."

Kral, Generaline şöyle bir bakış attıktan sonra hafifçe gülümsedi, sabırsızlıkla bekliyordu.

Öteki yandan Xiao Dejun ve Zhong Chenle bir saat gibi bir süredir büyüye devam ediyorlardı, ikisi de çoktan yorulmaya başlamışlardı fakat önlerinde yirmi üç saat gibi uzun bir sürenin oluşu dişlerini sıkıp sessizce odaklanmalarına sebep oluyordu. Bu daha en başıydı, Zhong Chenle saatler geçtikçe daha da zorlaşacağını söylemişti ve geçen beş saatin sonunda gerçekten de her şey biraz daha zorlaşmıştı. Ikisi de bedenlerindeki gücün yavaş yavaş çekilmeye başladığını hissediyordu, büyü kitabının her şeyi içine çekmeye başladığı doğruydu. Yazılar yazmaya devam ediyordu, gelecek ikisinin istediği şekilde yazılmıyordu belki ama tam olarak olması gerektiği gibiydi. Gözlerini aralayıp kitaba baktı Xiao Dejun, altıncı satırın neredeyse sonuna geldiklerini gördüğünde derin bir nefes vermişti.

Bunu Majestelerinin iyiliği için yapıyordu.

Onunla bir kez daha gül bahçesinde zaman geçirebilmek için yapıyordu.

Ve hiçbir şey bunu durduramayacaktı.

Saatler ilerlemeye devam ettikçe Yueliang ve Taiyang arasındaki savaşın şiddeti de artıyordu, şimdiden iki taraf da oldukça büyük kayıplar vermişti fakat Yueliang ordusu vazgeçmeye niyetli değildi, karşı tarafın büyük büyü gücü sebebiyle hırpalanmış olsalar bile her şeyin iyi olacağını düşünüyorlar, akıllarına Majestelerinin sözlerini getiriyor ve canla başla savaşıyorlardı.

Askerlerinin kanını yerde bırakmayacaklardı.

Yirmi iki saatin sonucunda büyük büyü iyice kendini belli etmişti, büyücüler güçlerinin yavaş da olsa azaldığını hissediyordu, ufukta görünen iki büyük ışık huzmesi vardı ve gökyüzü iyiden iyiye bulutlanmaya başlamıştı. Ne olduğunu idrak edemeyen askerler hayli tedirginken komutanları sadece savaşmalarını emrediyordu, iki tarafın da yenilmeye niyetinin olmadığı açıktı.

Majesteleri tahtından kalkıp bir kez daha pencerenin önüne geçti ve tam olarak Xingguang Konağı'nın bulunduğu yerden yükselen yeşil renkli ışık huzmelerini izlemeye başladı, sona yaklaştıklarını fark ettikçe içini tarifi zor bir heyecan kaplıyordu.

Hiç kimse ne olduğunu söyleyemiyordu, herkes sokaklara dökülmüş ve gökyüzünü izlemeye koyulmuştu.

Yirmi üçüncü saatin sonunda sütun şeklindeki huzmeler kayboldu ve tüm gökyüzünü kapkaranlık, bulutlu ve cehenmemden bir parça gibi bir hava kapladı. Her şeyin bitmesine çok az kalmıştı.

Sonra büyücülerin kendini kaybettiği haberi geldi, bunu duyan Yueliang ordusu savunmalarında kocaman bir açıklık oluşan Taiyang ordusunun üzerine saldırdı, olaydan haberi olan Generaller sayesinde Yueliang fazla sarsılmamış olsa da Taiyang bir anlık şaşkınlığın sonucunda büyük kayıplar vermiş ve aradan çok uzun süre geçmeden geri çekilmek zorunda kalmışlardı.

Yirmi dördüncü saatin sonunda gökyüzünden parıltılar bir yağmur damlası misali dökülmeye başladı.

Büyü artık tamamiyle kaybolmuştu.

Sonraki günlerde Taiyang yenilgisini resmen kabul etti ve iki ülke arasında maddeleri Yueliang tarafından hazırlanan bir antlaşma imzalandı. Buna göre Taiyang bağımsızlığını kaybederek yönetimi Yueliang'a bırakmıştı, mevcut Kraliyetin yönetimde hiçbir hükmü sayılmadığı gibi her birinin kellesi alınmış, ölmek üzereyken bulunan Zhong Chenle kurtarılarak isteği doğrultusunda hayatını devam ettirmeye başlamıştı.

Taiyang'ın yönetimi bizzat Kral Huang Hendery'ye bağlı olarak bir kez daha başa geçirildi, ülkenin yönetimi Prens Junjie'ye bırakıldı ve bir kez daha Yueliang ve Taiyang arasında mutlak barış hayata geçirildi, önceki kralın baskıcı yönetiminden hoşnut olmayan Taiyang halkının bir kesimi bunu sıcak bir şekilde karşılamış olsa da Yueliang'ın yönetimini kabul etmeyen çok vatandaş vardı.

Sadece birkaç hafta sonra Ryuuin Prensi Liu Yangyang ve Yueliang Prensi Huang Renjun'un nişanı duyuruldu, nişan Yueliang'da gerçekleşti ve Prens Yangyang'ın da isteği doğrultusunda Yueliang'da yaşamaya devam ettiler.

Son olarak, Kral Nianzhen'in de bizzat söylediği gibi Kral Hendery tahta geçişinden çok kısa bir süre sonra kazandığı bu büyük zafer sonucu diğer ülkelerin de liderlerinin hayranlığını kazanmış, Elysian ismini alarak ülkesini bir kez daha şereflendirmişti ve bu hiç şüphesiz onun son zaferi değildi.

Elysian isminin hakkını verecekti.

ElysianHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin