Oldukça loş ışıklı, içinde çok fazla eşya olmayan bir odaydı, akşam vaktiydi, gökyüzünü süsleyen hilalin ışığı pencereden girerek yere yansıyor, odadaki adamın dikkatini üzerinde topluyordu. Kulağına dolan ayak sesleriyle gülümsedi ve yüzünü biraz daha kapattı, koyu gözleri üzerine dökülen siyah saçlarının altında parıl parıldı. Adımların gittikçe yaklaşmasıyla sırtını verdiği duvardan doğruldu, gülümsüyordu, tehlikeliydi. Odanın büyük kapıları ağır ağır aralandı, içeri giren kişi ise bu akşam görmek istediği kişi idi, olmayabilirdi de, gerçi.
"Sizi ziyaretime getiren şey nedir acaba, General?"
Qian Kun olabildiğince sessiz bir şekilde kapıyı kapattı ve yaslandı, her zamanki gibi arkaya taralı saçları yine keskin bakışlarını ve çatık kaşlarını oldukça ortaya çıkartıyor, yüz hatlarını bütün çekiciliğiyle gösteriyordu, hafifçe alaylı bir gülümsemesi vardı dudaklarında, her zamankine göre rahat giyiniyor olsa da fazlasıyla resmi ve gösterişliydi, asillerden olduğu oldukça belliydi.
"Küçük bir teklif, bir de davet, belki kelleniz için, kim bilir?"
"Bir Taiyanglı olarak tahtın gerçek sahibine karşı pek bir saygısızsınız bakıyorum, bu cüreti size kim tanır, vatandaşı bile olmadığınız bir ülkenin prensi mi yoksa?"
Ten şimdi oldukça alaycıydı ve bunu gösterebilmek için elinden geleni de ardına koymuyordu, yüzünü açtı, büyük gülüşü görünürdeydi, ona doğru yürümeye başladı. Adımlarının yavaş sesleri belli etmemeye çalışsa da karşısındaki adamı germişti, Qian Kun arkasına biraz daha yaslandı.
"Şayet ki ne ben Taiyang'ın bir vatandaşıyım, ne de siz tahttasınız. Siz, ölü sanılan bir varisten dahası değilsiniz, ben ise bu ülkenin soylu askerlerinden biriyim, lütfen bana sahibi dahi olmadığınız bir taht ile gösteriş yapmaya kalkmayınız. Sonuç olarak şu an burada kellenizi alacak olsam, kimsenin haberi dahi olmaz."
"Bu konudaki nâmınızı işitmiştim, gerçekten de lafınızı hiç esirgemiyorsunuz. Peki öyleyse, sizi buraya getiren şey nedir?"
Qian Kun'un bir anda konuyu değiştirmesiyle General yapabilirmiş gibi biraz daha gülümsedi, bizzat Ekselansları tarafından mühürlenmiş kağıdı çıkarttı ceketinin içinden, bir kaşı alayla kalkık, ona uzattı ve karşısındaki adam ona verilen bu şeyin ne olduğunu merak ettiğinden General'e açıklama yapması için kaçamak bakışlar atmıştı. Çok beklemedi ve aldı, açtı, güzel bir el yazısıyla tane tane yazılmış kelimeleri biraz inanamayarak, tekrar tekrar okudu. Bazen kısa süreli bakışlar atarak ciddi olup olmadığını kontol etmişti.
"Pek alay eder gibi bir hâliniz de yok oysaki."
"Alay ettiğimizi size düşündüren nedir?"
Soru sorma sırası Ten'e geçtiğinde adam gözlerinin içindeki alayı oldukça belli ediyordu, dudağının bir kenarı hâlâ kıvrıktı, aksini iddia etse dahi alay ettiği yüzünün bu ifadesinden oldukça açık bir şekilde belliydi.
"Prens Hendery şahsımı birçok ülkenin yüce Kraliyetinin de bulunacağı nikâhına ve taç giyme törenine davet etmiş bulunmakta, burada yazılana göre. Bu da demek oluyor ki kimliğimi herkese ifşa ederek Taiyang'da iç karışıklığın çıkmasına sebep olma niyetinde. Henüz yeni yetme bir kralın böylesine büyük bir olay çıkartması uygun değildir General, Ekselanslarına söyleyiniz."
"Veliaht Prensimiz her şeyin gayet farkındadır, onun hakkında endişe etmek size düşmez. Siz sadece gelecek misiniz, gelmeyecek misiniz onu söyleyin Qian Kun, kalanı sizi alâkadar etmez."
Sert ses tonuyla Qian Kun gerildiğini belli etmemeye çalışarak sessizce nefes verdi, kağıdı elleri arasında çevirirken hâlâ ona uzatmayışı sebebiyle General onun kabul ettiğini çoktan anlamış, ardına dönmeden geriye doğru bir adım atmıştı, gözlerindeki tehlikeli pırıltı hâlâ kendini belli ediyor, kan donduran bir çılgınlıkla karşısındakinin bedenini titretiyordu.
"Güzel. Öyleyse görüşmek üzere Qian, davetiyenizi kaybetmeyiniz, aksi takdirde içeri girmeniz üzülerek söylüyorum ki mümkün olmaz."
"Dikkat edin de yapmaya çalıştığınız şey elinizde patlamasın General. Sığ sularda yüzmüyorsunuz."
Pencereden atlayıp kaşla göz arasında kaybolmadan önce alayla bir kahkaha attı.
"Biz ilerisini göremediğimiz yolda adım atmayız, Qian Kun, bu sebeple bizden çok kendi meselelerinize kafa yorun lütfen."
Yüzünü kapattığı gibi pencereden atlayarak gecenin karanlığında kayboldu, Qian Kun'a bıraktığı şey ise kocaman bir sessizlik olmuştu. Sık ağaçların arasında sessizce ilerlerken birinin varlığını hissetmesiyle durdu ve etrafını kolaçan etti, en sonunda görmekten aslında korktuğu o kişiyi görmüş, onun kendisine doğru ilerleyen yavaş adımları karşısında sonraki hamlesine hemen karar vermeyi denemişti, olduğu yerde kaldı.
"Sizi burada görmek ne güzel."
Adam önünde durmuş, biraz eğilerek General'in gece karanlığında parıl parıl parlayan gözlerine bakmıştı saniyelerce, General ise sessiz kalmayı seçti. Yapabileceği veya söyleyebileceği her şeyi kaybetmiş gibi hissediyordu, yerinden kıpırdamıyor, gözlerini kaçırmıyordu.
General Ten ömrü hayatında belki de ilk kez her şeyden böylesine yoksun kalmıştı.
"Konuşmuyoruz herhalde, peki, küs olduğumuzu bilmiyordum."
"Size neden küs olayım General Win?"
Dayanamayarak sorusunu sordu, Win ise sırtını dikleştirmiş, gözlerini saniyelerce General Ten'in gözlerinden başka her yerde gezdirmiş, sesindeki kuşkulu ton sebebiyle yarım ağız bir sırıtış yüzünü ele geçirmişti.
"Bilemem, gözleriniz öyle söylüyor."
"Ben küsmem, General."
"Açıklayın o halde, nedir bu hâliniz? Ay bu gece gözlerinize bir ayrı yansıyor, neye yormalıyım bütün bu gördüklerimi? Yardımcı olun o halde, General, söyleyin."
Ten derin bir nefes verdi, aklının karışıklığı içinde dağılmıştı biraz, doğrusu söyleyecek bir şeyi de yoktu. General Win ise yüzündeki bilmişlik ifadesiyle -biraz da hayal kırıklığıyla- derin bir nefes verdi, gözlerini kaçırdı, sanki o an orada yapılabilecek daha iyi bir şey yoktu.
"Özür diliyorum, balo salonundaki küçük tartışma, sizi alıkoyuşum ve o gün için, nitekim yaptığım hiçbir şeyden pişman olmadım, bunu da bilin lütfen. Öyleyse hoşça kalın, bu gece gözlerinizdeki yıldızlar aydınlatsın gecenizi, böylece sağ sâlim geri dönebilirsiniz."
"Bayağı alışmışsınız anlaşılan buraya."
Konuyla alâkasız olarak son cümlesine biraz alaylı bir sekilde gönderme yaptıysa da saniyelik bakışlarını yüzüne çıkardığında yüzü düşmüştü. General Win çözmesi kolay biri değildi, yüzü sanki bir duvardı, dümdüz ve duygusuz. Fakat öyle bir şey vardı ki, gözleri öyle güzel parlıyordu ki onun ışığı karanlığa ait olan Ten'in gözlerini kamaştırmıştı ve bu onu daha da korkuttu. Evet, General korkmuştu, ondan değil, gözlerindeki o ışığın kendisini kör etmesinden, sadece bundan endişe duymuştu.
Fakat biliyordu ki karşısındaki bu adam da en az onun kadar, belki ondan da fazla karanlığa aitti.
Sanki o çoktan kör olmuş da bunu zerre umursamıyormuş gibiydi.
"Belki... Belki de gerçekten öyle olmuştur. Verdiğim rahatsızlıktan ötürü bağışlayın."
General Win gidecek oldu, yanından geçmek istedi, bunun sonucunda ona hafifçe omuz atarak sarsmıştı, General Ten kırık bir nefes aldı, yüzüne bir gülüş oturtacak oldu nitekim yapamadı, gülemedi, bedeninin kontrolünü kaybetmiş gibiydi. Onun oldukça sessiz ve küçük, sanki gitmek istemiyormuş gibi olan ayak seslerini duyduğunda ciğerlerine son bir kez, oldukça büyük bir nefes doldurdu. Dudaklarını araladı kararsızca, farkında dahi olmadan sıktığı yumruğu bir yerlere geçirmek istese de bunu yapmadı.
"Rahatsız olmadım. Hiçbir şeyden..."
Ve bunun sonucunda, o bilmiyordu ki koşup gitmeden önce kurduğu bu son cümle arkasında bıraktığı adamın başını eğip elinde olmadan gülümsemesine sebep olmuştu.
~~~
Sonunda elimde sürünen bu bölümü atabildiğim için çok mutluyum🤧O değil de tenwin çok güzel ya, aşkımdan ölüyorum😭😭😭😭
Umarım bölümü beğenmişsinizdir, görüşmek üzere❤
![](https://img.wattpad.com/cover/249111151-288-k577464.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Elysian
Fanfic"Bu başlangıcın sonu, sonun başlangıcı ve hiçliğin ortasında bir yer. Öyleyse ellerini ver Dejun, sonsuzluğumuzun ilk şarkısı başlıyor." {huanghendery+xiaodejun} Bu kitap Solasta'nın ikinci sezonudur ve ilk Solasta'nın okunması tavsiye edilir.