"Elbette, hem siz olmadan biz ne yaparız General? Yueliang Krallığı General Ten'i olmadan ne yapar? O yüzden zarar vermeyin kendinize, çok değerlisiniz."
Ten gülümsedi, biraz çekingen tavrıyla yanıtladı. "Abartıyorsunuz, öyle önemli bir kişilik değilim elbet."
"İnanın bana, öylesiniz."
Bunun üzerine bir şey söylemedi ve çayından bir yudum aldı, gözleri fincanının içindeki bozuk yansımasındayken hâlâ biraz düşünceli görünüyor fakat bu sefer gülümsüyordu. Kafayı takmaması gerektiğini, en azından bunu dışa vurmaması gerektiğini anlamıştı çünkü bozuk ruh haliyle düşündüğünden çok fazla kişiyi etkiliyordu, pek samimi olmadığı Prens Renjun bile bu kişilerden birisiydi.
"Bu arada, Prens Yangyang ile nasıl geçti Renjun? Umarım olabilecek en güzel şekilde geçirmişsinizdir zamanınızı."
Sessizliği bozmak için konu açan Dejun'la Prens'in bir eli yanağına gitmiş, gözleri dalmıştı, şimdi onun da bir şeyler düşünüyor olduğu çok belliydi. Hafifçe gülümsüyordu ve yanaklarının üzeri pembeleşiyordu, sevimliydi.
"Geçiyor ya, son zamanlarımızı en iyi şekilde değerlendirebilmek için elimizden geleni yapıyoruz." Ağzından çıkan son kelimelerle yüzü de biraz düşmüş, Prens Hendery'ninkileri anımsatan koyu kahve gözlerine bir süredir alışılmadık bir hüzün peyda olmuştu. Bu konuda iyi hissetmediğini belli edişiyle Dejun da gerilmişti hayli, ikilinin güzel günlerinin bir gün biteceğini biliyordu çünkü, o kendisi kadar şanslı değildi, her saniyesini sevdiğinin yanında geçiremeyecekti. Fakat sonra aklına aniden bir şey gelmiş ve aydınlanmayla başını kaldırıp General'e bakmıştı. "Ah, unutuyordum da, Majesteleri gitmeden önce Prens Yangyang'ın sizden de birkaç ders almasını istiyor General. Eğer kabul ediyorsanız Yangyang'a söyleyeceğim, uzun zamandır sizinle tanışmak istiyordu kendisi de."
"Olur tabii, Ekselansları, birlikte uygun bir saat ayarlayabiliriz. Gerçi kendileri de zaten benim ve Prens Hendery'nin hocalarından ders aldığı için ona öğretebileceğim her şeye zaten hakim olacaktır ama."
"Olur mu öyle şey, mutlaka vardır. Buna kendiniz karar verirsiniz öyleyse. Ve bu akşam üzeri şehirde festival yapılacak, gidecek misiniz?"
"Festival mi? Yemek de var mı?"
Gözleri parıldayan Yuta uzun zamandır ilk kez heyecanla konuştuğunda General onun bu hallerine gözlerini devirdi. Ondan hazzetmiyordu ve bunu her fırsatta gözler önüne sermeye de oldukça kararlıydı.
"Elbette var, yemekler var, oyunlar var, dans gösterileri var, her türlü eğlence var. Yılın bu zamanları Ay Festivalleri verilir ve tarih boyu çok önemli bir kutlama olmuştur. Hatta Majesteleri bile katılacak."
Bu sefer Dejun cevapladığında olay Yuta'nın daha da ilgisini çekmişti. Arkasına yaslanıp ellerini önünde kavuşturarak neredeyse ağzından sular akarak büyük bir hayale dalmıştı ki bahçenin kapıları açıldı, tanıdık bir beden çok geçmeden içeri girdi ve hiç çekinmeyerek yanlarına vardı. Gelen kişi tanıdıktı, Prens Hendery idi.
"Aldığım duyumlar doğruymuş, bir hanımefendi çay bahçesinde muhabbet ediyorlar demişti. Umuyorum ki bölmüyorumdur."
Altı kişilik masanın başına, Dejun'un çaprazına oturduğunda Prens Renjun kapının orada bekleyen hizmetçiyi çağırıp çayı tazelemesini ve yeni fincanlar getirmesini istemişti.
"Elbette ki hayır, aslında biz de tam akşamki festivallerden konuşuyorduk, gidecek misiniz abi?"
Prens Hendery birkaç saniyeliğine düşündü ve gözleri sarışınını buldu, gidip gitmek istemediğini sormak istiyor gibiydi ve o minik bir gülümsemeyle başını salladığında gözlerini kırparak hafifçe dudağını kıvırmıştı, bu evet demek oluyordu. "Gidiyoruz. Söylemem gerekir ki Prens Yangyang da seni arıyordu Renjun, geç olmadan seninle gitmek istediği bir yer varmış."
Prens Yangyang'ın adı geçtiğinde bile mutlu olan Renjun hiç düşünmeden kalktı ve sandalyesini çekti, ilk saçlarını ve sonra ceketini düzeltmiş, masadakilere küçük bir baş selamı vermişti.
"O halde gitmeliyim, görüşmek üzere."
"Biz de kalkalım, Şifacı ile küçük işlerimiz var, festivalden önce yetiştirmemiz icab eder."
General Ten kalkmış ve kendi sandalyesini düzelttikten sonra hiçbir şey anlamamış olan Yuta'yı da kaba kuvvetle kaldırmıştı.
"Bizim sizinle ne işimiz olabilir ki-"
"Unuttunuz mu yoksa, birkaç küçük tırnak sökme meselesi."
Neredeyse çığlık atacak olan Yuta'nın ağzını kapatıp önünden ilerleten General gözden kaybolduğunda masada sadece Dejun ve Prens Hendery kalmıştı, yüzlerindeki büyük gülüşlerle birbirlerini izlediler birkaç saniye, ezbere bildikleri yüzlerinin ayrıntıları sanki ilk kez görüyormuşçasına ilgi çekiciydi.
"Benim sana söylemek istediğim bir şey var Dejun, aslında biraz da o yüzden buradayım."
"Nedir o, Hendery? Ne söyleyeceksin bana?"
Prens saniyelik gözlerini kaçırdıktan sonra masanın üzerindeki eline uzandı Dejun'un, eliyle kavradı ve onun da gözleri saniyelik kenetli olan ellerine kaydığında nihayet bir kez daha birbirlerinin gözlerinde durabilmişlerdi. Prens heyecanlı olmalıydı, nefesleri biraz hızlıydı ve dudağının içini ısırıyordu, tüm açık seçik duygularıyla gözlerine bakıyordu.
"Son olanlardan sonra gözlerimin önünde ne kadar yıprandığını görebiliyorum, Dejun ve hiçbir şey yapamamak mahvediyor beni. Belki hatırlarsın ama tüm bunlar başımıza gelmeden önce seninle Yueguangshi'ye gitmek istediğimi söylemiştim, işte şimdi bunu gerçekleştirebiliriz, benimle Yueguangshi'ye gelir misin?"
Prens Renjun'un çoktan onun planını ifşa edişi sebebiyle çok şaşırmış sayılmazdı fakat mutlu olduğu güller açan yüzünden belliydi. Tuttuğu elini sıktı, gözlerini kaçırırken hâlâ gülümsüyordu ve başını kaldırıp yüzüne baktı. Ekselansları ile baş başa zaman geçirme fikri hiç de fena gelmiyordu doğrusu. Rahatsız edilmeden günler boyu aşkına şarkılar yazabilir, kendisine haykırabilirdi. Kusursuz teninde parmak uçlarını gezdirebilirdi, dudaklarını öpebilirdi, daha ne isterdi?
"Gelirim elbet, gelirim. Teşekkür ederim Hendery."
"Rica ederim."
Onlar çay bahçesinde sohbet ededursunlar, Prens Renjun yüzüne peyda olan sevgi dolu bir gülüşle sevdiceğinin yanına ilerlemekteydi, ona güzel haberleri verecek ve akşamki festival için davet edecekti, olumlu bir yanıt alacağını umuyordu. Sonra uzaktan, ağaçların altından onu gördü, birlikte gittikleri meyve bahçelerinin ilerisindeki salıncağa giden patikanın girişindeydi.
"Yangyang?"
İsmini seslendiğinde Prens Yangyang'ın gözleri onu aradı, ağaçların altından yürüdüğünü fark etti ve hafifçe elini salladı, gülüyordu aynı zamanda. O gün ilk defa Küçük Prensi görebilmiş olmak yüreğine büyük bir mutluluğun yayılmasına sebep olmuştu.
"Seni arıyordum."
"Abim de öyle söylemişti, keşke onunla çay bahçesine gelseydin, birlikte oturabilirdik, hem Yuta ve General Ten de vardı. Bu arada General'e isteğinden bahsettim, kabul etti."
"Öyle mi, teşekkür ederim, onunla tanışmayı gerçekten çok istiyordum. Gidelim mi?"
"Gidelim tabii, fakat benim sana söylemek istediğim bir şey daha var Yangyang."
"Neymiş?"
Prens Yangyang merakı sorduğunda Renjun gözlerini kaçırdı ve yürürken önünü izlemeye başladı, birkaç saniye sessiz kaldı ve sonrasında söyleyecek cesareti kendinde bulabilmişti.
"Belki duymuşsundur, bu akşam üzeri şehir içinde festivaller düzenlenecek, sen de istersen eğer birlikte katılabilir miyiz?"
Prens Yangyang gülümsedi ve başını salladı hevesle, bunu gerçekten istiyordu. O aslında Prens Renjun'un kalabalık yerlerden hoşlanmadığını biliyordu fakat buna rağmen kendisiyle gitmek istediğini söylüyordu. Nasıl reddedebilirdi?
"Olur tabii, Renjun, gelirim seninle."
Onun yumuşacık ve kısık ses tonuyla Prens de gülümsüyordu şimdi, bu zamanların bitmesinin de yakın olduğunun farkındaydı, bu yüzden gözlerinin içinde belli belirsiz hüzün kırıntıları dolaşıyordu.
"Teşekkür ederim, seni seviyorum."
![](https://img.wattpad.com/cover/249111151-288-k577464.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Elysian
Fanfic"Bu başlangıcın sonu, sonun başlangıcı ve hiçliğin ortasında bir yer. Öyleyse ellerini ver Dejun, sonsuzluğumuzun ilk şarkısı başlıyor." {huanghendery+xiaodejun} Bu kitap Solasta'nın ikinci sezonudur ve ilk Solasta'nın okunması tavsiye edilir.