"Tahmin ettiğim gibi."
Kral bunun üzerine bir süre daha bir şey söylemedi, öylece durmuş ve masanın üzerini izlemişti. Gözleri etrafta dolanıyordu, muhtemelen zihninin içinde hayata geçirilmeyi bekleyen onca plandan bir tanesini seçmek için uğraşıyordu. Sonra sıkılmış gibi bir nefes verip iyice arkasına yaslandı, Sicheng'e hâlâ bakmamıştı.
"Öyleyse ne yapmamı emrediyorsunuz Majesteleri?"
Artık bir cevap alabilmek için sordu, Majesteleri ise yavaşça gülmüştü onun sabırsızlığına. Sicheng oldukça hevesli görünüyordu, o soğuk ve duygusuz adamın ses tonunda sanki çocuksu bir heyecan vardı ve bu heyecan gerçekten de Kral'a kin tutması gereken kişinin o olmaması gerektiğini söylüyordu. Onu yanına alırken ve yeni bir hayat bahşederken hata etmemişti, aksine, belki de çıktığı bu yolda kendisine en çok yardım edecek kişi o idi. Kral bir çok yetenekli ve azimli askere sahipti ancak onların hiçbiri düşmanın şah damarına bu kadar yakın değildi, olamazlardı. Her kimle karşı karşıya olursa olsun Dong Sicheng Majesteleri için bir daha bulunmaz bir nimetti.
"Şimdilik hiçbir şey yapma, Sicheng. Bu işi yıllardır yapan biri olarak zamanı geldiğinde ne yapman gerektiğini bileceksin, o ihanet etmeden hemen öncesinde üstüne düşen görevi layıkıyla yerine getireceksin."
"Anlaşıldı Majesteleri."
Sicheng başını sallarken geri çekildi, şimdi çıkmak üzere pencerenin önünde dikilmeye başlamıştı ki Kral kendinden beklenmeyecek şekilde konuşmaya başladı.
"Yeni hayatına nasıl devam edeceğine karar verdin mi Sicheng?"
Sicheng gelen bu soruyla afallamıştı ancak belli etmedi, dik duruşunu sürdürmeye devam etti. Biraz gergindi, doğrusu General Ten'in yanında olmak istediğini Kral'a söylerse onun nasıl bir tepki vereceğini bilemiyordu. Kral kızabilirdi, bu gayet normaldi çünkü ülkenin en nüfuzlu askerinin bu tarz işlere bulaşıp kafasını bulandırmasından hoşlanmaması normaldi.
"Sizin için de bir sakıncası yoksa General Ten'in emrinde çalışmak istiyorum, ya da ona yakın bir yerlerde."
Gerile gerile söylediği cümlede çekincesini anlayan Kral kahkaha atmak istemiş ancak yapamamıştı, ciddi ifadesini korudu, sadece ona göstermediği minicik bir gülüş vardı yüzünde. Majesteleri insanları çabuk tanırdı, Sicheng'i çabuk tanımıştı fakat General Ten'i yıllardır tanıyordu, onda bir değişiklik olduğunun uzun zamandır farkındaydı ve bu değişikliğin sebebinin geçmişte nedenini tam olarak çözememişse de özellikle önceki gece nedenini anlamıştı.
"Arcane Birliğinde gönül işlerine sıcak bakmazlar, Sicheng. Belki Ten'e lafları geçmez ancak nereden geldiği belirsiz yeni bir askere yapmadıklarını bırakmazlar. Yine de bunu istiyor musun? Sana güzel bir hayat sunmaya çalışıyorum, sen ise acı çekeceğin ihtimalleri seçmekte diretiyorsun."
General daha önceki akşam ona bunları teker teker anlatmıştı. Ona göre Arcane Birliği ülkenin her bir yerinden zır delileri toplayıp kurduğu bir orduydu, bu adamlar herkesten emir almayı kabul etmediği gibi aralarına gelen yenileri alışana kadar burunlarından getirmeleriyle ünlüydü. Sicheng'in bir yeni olarak çok çekeceği kesindi, özellikle General'in bizzat kendisinden ilgi görmesi takdirinde yüksek rütbeli tüm askerlerin dikkatini çekecekti.
"Saklayamam, Majesteleri çünkü siz çoktan farkındasınız. General Ten'i seviyorum ve nasıl olursa olsun ona yakın olmak istiyorum çünkü bana verdiğiniz bu şansı ona yakın olamazsam asıl değerlendiremeyeceğim."
"Haklı olabilirsin. Lakin Generalimin kafasını fazla karıştırmamanı rica ediyorum, sonra kendinden habersiz dolanıyor etrafta."
Gülerek konuştu, artık gülüşünü saklamıyordu ve Sicheng derin bir nefes vermişti. Gerginliğinin azaldığı belliydi.
"Senin için büyük bir iyilik daha yapacağım Sicheng, ancak ondan önce bana buna değer olup olmadığını kanıtlaman gerekiyor. Qian Kun senin sınavın, yapman gereken şey ise basit, bana asla zarar vermeyecek, hâtta yarar sağlayacak bir zamanda, yerde ve durumda onu nasıl susturman gerektiğini kendin seçeceksin. Eğer bu işten yeterince kârlı çıkar ve senin bana olan sadakatine kanaat getirirsem Arcane birliğinde sıfırdan değil, direkt olarak General Ten'in emrinde başlayacaksın. Hak etmek için çok uğraşman gerekiyor."
"Bana bu kadar iyilik yapmanız için ne yaptığımı dahi bilemiyorum Majesteleri."
"Ben iyilik yapmayı severim, Sicheng. Hak ettiğini düşünürsem eğer sana daha başka birçok iyilik yapabilirim ve inan, bunlar onların yanında bir hiç olarak kalır. Şimdi git, git ve zamanını bekle. Dikkatli ol, bu işlerde bir saniye bile çok önemlidir."
"Anlaşıldı."
Ve Sicheng geldiği gibi hızla kayboldu odadan, Majesteleri yavaşça çıktı, hedefindeki yer ise oldukça açıktı, Solasta'nın odasına gidiyordu. Sevgilisinin bu günlerde oldukça düşünceli ve gergin olduğunu biliyordu, bu sebeple onunla ilgilenmesi gerektiğini düşünüyor ancak fırsat bulamıyordu, ikisinin de işleri başından aşkındı. Girerken kapıyı tıklatmadı, yavaşça aralayarak girdi. Görmek istediği kişiyi koca büyü çemberinin ortasında görmüştü, gözkeri kapalıydı ve her zamanki gibi etrafında yeşil ışık kümeleri dolaşıyor, kulağındaki minik küpeleri şıkırdıyor, bileğindeki çiçeği parlıyordu. Saçları dalgalanırken güzel görünüyordu, yakasını oldukça genişletmiş olduğu büyücü cübbesinin ortaya çıkardığı süt beyazı teni pürüzsüzdü, terlemiş olduğundan parlıyordu. Onu hayranlıkla izlemeye devam etti işini bitirene kadar, sonunda Dejun gözlerini aralamış ve ona bakmıştı, şaşkın görünüyordu, belli ki onun geldiğini dahi fark etmemişti.
"Hendery, ne zaman geldin? Hiç fark etmedim."
"Çok olmadı. Seni görmek istedim."
Xiao Dejun yavaşça oturduğu yerden kalkarak asılı olan havlusuna ilerledi, alnına yapışan saçlarını geri atmış ve güzel yüzünün her bir yanından akan terleri yavaş hareketlerle havluya silmişti, başını kaldırdığındaki hâli daha da nefes kesiciydi. Hafiften uzamaya başlamış saçlarının dağınık fakat bir o kadar da düzgün görüntüsünden gözlerini çekemedi. Hafifçe gülmüştü ve Xiao Dejun da gülüyordu, odada kimse yoktu, koridorlardan tek bir adım sesi dahi gelmiyordu, baş başa olduklarına hiç şüphe yoktu.
"Dünden kalma bir sözüm vardı sanki, ne diyorsun Dejun?"
"Dün çoktan geçti, Majesteleri, sözünüz geçerliliğini kaybetti ancak siz de öyle dilerseniz eğer, bu gece için başka bir söz verebileceğimiz kanaatindeyim."
Bir kaşını kaldırırken yüzünde oldukça yaramaz bir gülümseme vardı, Kral gülerek yerinden kalktı. Üzerini düzeltmiş ve ona doğru usulca yürümeye başlamıştı. Yüzünün iyice hizasına gelmek için hafifçe eğildi, aynı Dejun'da olduğu gibi onun da yüzünde oldukça yaramaz bir ifade vardı şimdi.
"Öyle mi diyorsunuz, Sayın Solasta?"
Birkaç kez başını salladı, gözlerini Kral'ın koyu kahve gözlerinden bir kez olsun çekmemişti, yanağının içini ısırdığında Majestelerinin onun dudaklarına kayan gözleriyle ikisi de biraz geri çekilmişti. Dejun dışarıya baktı, karanlık sebebiyle doğru düzgün göremese de bunu yapma ihtiyacı duymuştu, elindeki havluyu eski yerine astı ve bir kez daha Kral'a döndü, şimdi tavırları daha usluydu.
"Daha fazla burada kalmamızın lüzmu yok, Hendery. Gidelim mi?"
Majesteleri gülerek başını salladı ve kapıya yöneldi, ikili koridor boyunca aralarındaki mesafeyle sessizce yürüseler de muhafızlar tarafından açılan odalarının kapısından girdikten sonra bunun artık pek mümkün olmayacağı açıktı.
"Öyleyse yeni bir söz verelim mi Dejun?"
Dejun güldü ve ona yaklaştı, elleri safir yaka iğnesine gitmişti.
"Öyle uygun görürseniz eğer."
Çok geçmeden Kral sevgilisini öpmeye başlamıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Elysian
Fanfic"Bu başlangıcın sonu, sonun başlangıcı ve hiçliğin ortasında bir yer. Öyleyse ellerini ver Dejun, sonsuzluğumuzun ilk şarkısı başlıyor." {huanghendery+xiaodejun} Bu kitap Solasta'nın ikinci sezonudur ve ilk Solasta'nın okunması tavsiye edilir.