"Elimden gelse bu tür kâbusların uykularını hiç zehir etmemesini sağlardım, seni böyle görmek istemiyorum çünkü, üzülüyorsun."
"Önemli değil Dejun, hem belki sen farkında değilsin ama yanımda olduğunda gayet rahat uyuyorum, endişe etme o yüzden."
Dejun elinde olmadan gülümsedi, Prens'in güzel yüzünü okşuyordu şimdi, bir eli yanağının üzerindeydi, gözleri sevgiyle parlıyordu, bunu onun karanlık irislerinde de görüyordu, kahvelerinin hiç bu kadar parlak olduğunu görmemişti daha önce. Prens ona baktığı gibi başka kimseye bakmıyordu.
"Tanrı nasıl yaratmış seni böyle? Çok uğraşmış olmalı."
Kendinde olmadan, bir anda dudaklarından kurtuluveren sözlerdi bunlar ve Prens Hendery'yi de güldürmüştü, Dejun onun gözlerini örten siyah saç tutamlarını dokunmaya bile korkar gibi büyük bir dikkatle ve nazikçe çekerken onun cam gibi parlak ve etkileyici mavi gözlerinden çekemiyordu gözlerini. Prens onun masmavi gözlerini çok seviyordu, irislerinde her zaman birkaç küçük sevgi kırıntısının bulunmasına bayılıyordu, kendisine olan ürkek dokunuşları, minik gülümsemeleri, titrek parmakları bu dünyada onu mutlu eden birkaç şeydi. Prens onun hakkındaki her şeyi çok seviyordu hiç şüphesiz ama en çok onun Dejun olmasını seviyordu.
Nazik, şefkatli, güçlü ve harika biriydi.
"Evet, sana layık olabilmem için epey uğraşmıştır."
Hafif bir alay vardı sözlerinde, sanki Dejun'un söylediği her şeyi kendisi aslında ona söylemek istiyormuş gibi.
"Deme öyle, sen hayatımda gördüğüm en kusursuz varlıksın, böylesine biri nasıl bir başkası için yaratılmış olabilir?"
"Doğrusu senin için yaratılmış olmak oldukça mutlu ederdi beni." Ayağa kalktı bir anda, Dejun'un yüzündeki elini tutmuştu. "Akşam olmadan gidelim, birlikte yemek yeriz ve her ne istiyorsan onu yaparız, olur mu?"
"Zaman ne çabuk geçiyor, iki günümüz gitti bile."
Bunu söylerken biraz üzgün görünüyordu çünkü o ömrünün kalanını burada, bu şekilde geçirebilirdi. Belki bir gün, belki bir ay, belki bir, belki on yıl hiç fark etmezdi, hatta mutlu bile olabilirdi bu sebeple çünkü en büyük huzuru onunlayken buluyor, bunu elinden kaçırmak istemiyordu. Ayağa kalktı, şelalelere bir kez daha baktı ve gülümsedi. Kral ve büyücü kadın hatırına geldiğinde aslında ikisinin de onlara benzediğini fark etmişti, aynı kral ve büyücü gibi onlar da ayrılmak zorunda kalmış, gecelerce ağlamışlardı ancak hikayelerinde benzemeyen tek bir nokta vardı ki onlar artık birlikteydi.
"Sonumuz bu ikili gibi olabilirdi Hendery."
Bir kez daha düşünmeden konuştuğunda şimdi Ekselansları da şelaleyi izliyordu, yüzünde aynı Dejun'da olduğu gibi kırık bir gülüş vardı, o da farkındaydı her şeyin, çektikleri her bir sıkıntının, hasretlerinin ve bunu sonlandırmak için de elinden geleni ardına koymamıştı. Şimdi geçmişe baktığı vakit başı dik, alnı açık bir şekilde her şeyi söyleyebilirdi, kazanan benim diye bağırabilirdi, karşısına geçip de onun sevgisi için ne yaptığını soran biri olursa çekinmeden her şeyi anlatabilirdi çünkü yapmıştı. Bu Kral uğraşmamıştı belki, acı dolu gözyaşları seller olup akmış ve iş işten geçtikten sonra karşı çıkanları taş etmişti fakat sevdiği kadın orada değildi artık, gelmeyecekti de.
Ve Prens bu duruma düşmeyecekti, sonucu her ne olursa olsun Dejun'un gitmesine izin vererek kalplerini siyaha boyamayacak, belki bir başka şelalenin nedeni kendi gözyaşları olmayacaktı. Ayrılığı tatmıştı, bir daha ise tatmaya niyeti yoktu.
"Olabilirdi tabii, ancak olmadı Dejun ve olmasına izin de vermeyeceğim."
Dejun gülerek onu izledikten sonra yürümeye başladı, eve gitmek istediği aceleci tavırlarından belliydi ve Prens onun bu hâlini fark ettiğinde peşinden yürümeye başladı, bir kez daha elini sımsıkı tuttu. O an çok şey hissetmişti, yanında Dejun olduğu sürece her şeye karşı koyabileceğini mesela, Taiyang da bunlardan birisiydi, ülkeyi alabilirdi fakat bunu Dejun'u kullanarak değil, ellerini tutarak yapacaktı.
"Yarın sabah ne yapacağız, Ekselansları? Her şeyi hazırlamışsınız gördüğüm kadarıyla."
Biraz alaylı bir tonda söylemişti ve haklıydı da, Prens Hendery daha şehre ayak basmadan yapacakları her şeyi, gidecekleri her yeri ve hatta yemeklerini bile ayarlamış, ince eleyip sık dokuyarak tatili kusursuz bir hâle getirmişti. Şaşırtıcı biçimde işler de hayli yolunda ilerliyordu aynı zamanda fakat ikisi de bundan hoşnutsuz değildi.
"Öğlene kadar bir planım yoktu, Solasta fakat özel olarak gitmek istediğiniz bir yer var ise elbet gidebiliriz."
Dejun'un küçük oyununa uymaya karar vererek o da oyuncu tavrıyla gülerek söylediğinde Dejun'un yüzü aydınlandı çünkü onun aklında da bir şeyler vardı tabii, General Ten'in tavsiyesine uyacak ve onu annesinin mezarına götürecekti, gereken bilgileri çoktan almıştı, yerini biliyordu da fakat zaman kalmaz diye endişe etmeden de edememişti. Şimdi ise karşılarında bir engel olmayışı ruhunu derin bir mutluluğa gömüyordu, fakat bir ihtimal Ekselanslarının tepkisinin kötü yönde olacağı düşüncesi yüzünden de içi içini kemirmiyor değildi. Onun annesinin toprağında ellerini gezdirirken mahvolmuş bir şekilde ağladığını görse ne yapardı, kim bilir?
"Âlâ, yarın tez vakitte çıkıyoruz o halde, Ekselansları. Hoşunuza gider mi emin olamasam bile sizin için küçük bir sürprizim vardır."
Prens meraklandıgını belli etmek için birkaç saniye gözlerini Dejun'un suretinde gezdirdi, ciddi olduğunu fark etmiş ve daha da çok meraklanmıştı şimdi, sormadan edemedi.
"Nedir o sürpriz?"
Sorusunun üzerine Dejun bir kahkaha patlattı, merak etmesi hoşuna gitmişti tabii.
"Sürprizlerin söylendiğini nerede gördünüz Ekselansları? Söylersem eğer heyecanı kalmaz bir kere."
"Lakin merak ettim, ayrıca siz de hiç merhamet etmiyorsunuz, bir ipucu bile vermediniz bana."
Dejun yüzündeki gülümsemenin durulmasından sonra onun tuttuğu elini sıktı ve gözlerine baktı bir kez daha, ne söyleyeceğini o kısa süre içerisinde defalarca düşünmüştü, her ne dese o aslında nereye gideceklerini anlamazdı? Ekselanslarının oldukça zeki bir adam olduğunun farkındaydı elbet, zaten biraz da bu yüzdendi tedirginliği. Annesine gideceklerini birdenbire söyleyemezdi elbet, mezarlık ziyaretine gideceklerini söylese bile o hemen anlayacaktı, ayrıca anlamasa bile mezarlıktan söz ederek aralarındaki havanın karanlığa bürünmesini istemiyordu, gergince dudaklarını araladı hâlâ yürürken, biraz gülümsüyordu, gözleri artık Prens'in üzerinde değildi de, önüne bakıyordu, taşlı yollara, sarmaşıklara, yemyeşil otların her bir dalına...
"Bir yere gideceğiz, aslında benim de bilmediğim bir yere... soğuğuyla iç üşüten bir yere gideceğiz fakat sen orada sıcağı tadacaksın ve bu sefer, Hendery, sana işlemeli mendilini uzatacak olan kişi ben olacağım."
Prens daha da meraklanmış bulunmaktaydı, her şeyi tamamiyle kavradığı söylenemezdi, Dejun'a verdiği bütün o mendillerin ellerindeki yaraları temizlemesi için olduğunu hatırladığında belki de onu herhangi bir çiçek bahçesine götürecek ve ellerine dikenli bir gül tutuşturacağını düşünmüştü ancak düşünmediği bir nokta vardı ki o da Dejun'un onun ellerini kanatmasına dayanamayacak oluşuydu, bu yüzden değil ona dikenli bir gül vermek, zarar görmesin diye kendini ortaya koyabilirdi, gözünü bile kırpmadan hem de.
"Gideceğiz elbet, ancak öncesinde bu geceyi birlikte geçireceğiz, öyle değil mi?"
Prens başını salladı tekrar gülerken, merak etme işini bırakmıştı çünkü nasılsa öğrenecekti.
"Bu geceyi birlikte geçireceğiz."
~~~~
Huzurlu bölümlerin sonlarına gelirken burayı biraz boşladığımı fark ettim o yüzden buradayım ve ikinci bir bölümü de bugün yazmayı planlıyorum heheGelecek bölümki kaos aklıma geldikçe pis pis sırıtıyorum yaa😏
Bu arada umarım bölümü beğenmişsinizdir, sonraki bölümde görüşmek üzere💖
(Medya çok minnoş ağlıyorum😭)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Elysian
Fanfic"Bu başlangıcın sonu, sonun başlangıcı ve hiçliğin ortasında bir yer. Öyleyse ellerini ver Dejun, sonsuzluğumuzun ilk şarkısı başlıyor." {huanghendery+xiaodejun} Bu kitap Solasta'nın ikinci sezonudur ve ilk Solasta'nın okunması tavsiye edilir.