Aralık akşamının karanlığı çökmeye başlamıştı.Antrenmanın son dakikaları yaklaşırken, daha şimdiden güneş batmış ve beyaz sokak lambaları dışarıdaki kar örtüsünü ışıl ışıl parlatıyordu.Son bir-iki haftadır günler hastane lambaları gibi soğuk, renksiz ve keskin kararıyordu.
Herkese kıyasla daha çabuk yorulan kaslarım laktik asitten yanmaya başlamıştı.
Birkaç dakika içinde sürekli pozisyon değiştirmek çok zordu.
Yaptığım bu sporu seviyor muyum, emin bile değilim.Formda kalmanın ne kadar önemli olduğu ile ilgili birçok nasihat dinlemiştim ama hiçbiri umurumda değildi aslında.Dürüst olmak gerekirse, çoğu şey umurumda değildi.
Bu hep böyle olmuştu.
Takımla, insanlarla iç içe olmak hoşuma gidiyor değildi ama nefret de etmiyordum.
Sadece öylesine.Sırtımı dikleştirip kafamı son birkaç saattir beni izleyen ama bunu gizlemeyi beceremeyen ve bana tamamen zıt olan aptala çevirdim.
Onun hakkında ne düşündüğüm de umurumda değildi, çünkü düşünmüyordum bile.Sinirimi bozuyordu.Hiperaktif kişilik ,hassas duygular,yumuşak ve yorgunluk dinlemeyen kaslar,rahat vicdan, akşam oluncaya kadar etrafındakilere sanki gün hiç bitmeyecekmiş gibi verdiği sıcaklık ve samimi tavırlar.
Bunların hepsi midemi bulandırıyor.
Bunların hiçbiri düşünmeye değmez.
O yüzden düşünmüyorum bile.
Benden kendisine yeni cevaplarla gelmemi bekliyordu.Denememi ve bunun gibi şeyleri.
Ben kendimden ne bekliyordum ki?
Kafamı hafifçe kaldırıp onu izlemeye devam ettim.Kızıl kahve gözleri gözlerime değdiğinde ikimiz de anlamıştık ne demek istediğimizi.O konuşmak istiyordu, ben ise susmak.
Aramızdaki aşılamaz zıtlıkların yüzlercesinden sadece biriydi bu, bu gerçeği ikimiz de biliyorduk.
Onun tam olarak ne hissettiğini bilmiyordum, bilmek de istemiyordum.Sadece sinir olduğum birinin anlaşmamız için bu kadar çabalamasına anlam veremiyordum.Kendisinden hiç haz etmediğimi yüzüne söylemek gibi bir davranışta bile bulunmuştum.
Öyleyse neden bunu görmezden geliyordu?Kendime sinirlendim.Neden bunun üzerine kafa yoruyordum ki, o buydu işte.Düz kafalı olması ve saçma inatçılığı beni deli ediyordu.
Kaşlarımı çatıp önüme döndüğümde, hala görüş alanımda olduğu için yüz ifadesini fark edebiliyordum.
Ne kadar denediğinin bir önemi olmadığını anlamadığı sürece sadece hayal kırıklığına uğrayacaktı.
En başından onu uyardığım için kafama zerre kadar takmıyordum.Kendisiyle uğraşacak kadar takatim yoktu zaten, o başkaydı ben başka.
______________
Bakışlarını kaçırmıştı ben ona bakınca.
Bunu tahmin etmiştim aslında.
Boğazıma oturan yumruyu geçirmek için yutkundum.İstediği kadar kaba davranabilirdi.Ne olursa olsun ilk pes eden o olacaktı.
Elimden gelen her şeyi yapıp ilk pes edenin o olmasını sağlayacaktım.Üşüyen ellerimi birbirine kenetleyip ısınmalarını bekledim.Normalde bir şey üzerine bu kadar çok düşünmediğim için kafamın içinde oluşan basıncı göz ardı etmeye çalıştım.
İkimiz de her şeyin farkındaydık, ama bilmediği şey neden onunla aramızın iyi olmasını bu kadar istediğimdi.
Sanırım bunu ona anlatmak cümlelerle mümkün olmuyordu.Çok farklı insanlardık, ama en zıt karakterlerin bile yollarının kesiştiği bir zaman olurdu, değil mi?
Kapı dışarıdan içeri doğru esen cereyan yüzünden açık kaldığı için soğuk ayaz içeriyi soğutmuştu.Hırkamı almak için bençlere ilerlemeden önce son bir kez Tsukishima'ya baktım.
Bir umuttu işte benimkisi, herkesin içinde bulunduğu durum ne kadar kötü olursa olsun tutunacak bir umuda ihtiyacı olurdu.
Onun soğuk gözlerine bakınca birazcık da olsa umut görmek istiyordum.
Fakat o sadece bomboş bir ifadeyle yaşıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Living Life, In The Night •Tsukihina
Fanfiction«Bazen sadece daha anlayışlı ve iyi bir insan olmaya çalışsan nasıl olurdu diye düşünüyorum. Sadece çaba sarf etmen yeterli olurdu.İyi arkadaş olabilirdik.» «Saat gecenin dördü? Defol git başımdan Hinata.»