4

362 44 54
                                    


Okul zilinin çalmasıyla dalıp gittiğim kitaptan kafamı kaldırdım.
Fizik dersi dışında hemen hemen her dersle aram iyiydi.Sınavlardan birkaç gün kala çalışarak iyi not alabiliyordum fakat bu komplike dersi dinlemek tamamen işkenceydi benim için.
Bu yüzden dersi dinlemek yerine kitap okuyordum, hoca da bu duruma alışmış olacak ki bir şey demiyordu.

Masasının üstünde duran dosyaları toplayıp öğrencilerle birlikte kapıya ilerlerken, sınıfta benden başka çok az kişinin kaldığını fark ettim.
Kış ayında olduğumuzdan güneş daha sabah olmasına rağmen son ışıklarını gösteriyordu.Birkaç dakikaya o son hareler de söner, şehir yine karanlığa bürünürdü.

Derin bir nefes alıp sırtımı oturduğum sıraya verdim.Hemen yanımdaki açık pencereden gelen soğuk ayaz yüzüme çarpıyordu.
Birkaç dakika sonra birkaç kişi sınıfa gelip üşüyoruz diye kapatacaktı pencereyi, bunu bildiğimden yüzüme değen bu soğuk ayazın tadını çıkarttım.

Ben yalnızca huysuz olmayı değil, hiçbir şey olmayı da beceremedim, diyordu Dostoyevski elimdeki kitapta.

Hiçbir şey olmamak kötü müydü?
Hiçbir şeye ait olmamak, var olmamak demek miydi?
Ya da belirli kalıplar içinde yaşamamak, kendimize ait bir yaşam değerine sahip olmamak mıydı?

Eğer gerçekten sadece insanların dışarıdan gördüğü o pislik, iğneleyici insansam o zaman beni bu noktaya getiren düşüncelerin bir önemi yok muydu?

Kafamda dönüp dolaşan o kadar soru vardı ki; hepsi bana sanki hiç var olmamalıymışım gibi, âdeta bir kederi dışavuran kesik cümlelerle yankı yapıyordu.
Hepsi Hinata aptalı ve onun çabaları yüzündendi.Beni gördüğü yerde yanıma gelip konuşmaya çalışıyor, ters tepki verince de yavru köpek bakışlarından atıyordu.
Sadece bununla kalsa iyiydi, ben sert çıkışınca Yamaguchi ve Kageyama'nın azarlamalarına da katlanmak zorunda kalıyordum.

Sıramın üstündeki tükenmez kalemi alıp elimde çevirmeye başladım.Ne zaman düşünceli olsam bunu yapardım.Sınıfta konuşanların yarattığı uğultu işimi daha zor hale getiriyor,kafamı bulandırıyordu..

Neden bu kadar çabalıyordu?
Neden istemediğimi bir türlü kabullenemiyordu?
Ve her şeyden önce, kendim hakkında neden bu kadar derin düşünmeye başlamıştım?

Tansiyonum yavaş yavaş yükselirken, kulaklarımda hissettiğim basınç dayanılmaz bir seviyeye ulaşmıştı.Kalemi masamdaki kitabın üstüne koyup gözlüğümü düzelttim.Ellerime ve yüzüme soğuk su çarpmak için sıramdan kalktığımda, güneş neredeyse tamamen batmıştı.
Sınıf kapısından dışarı adımımı atınca geri dönmeyi düşündüm.

Koridorda boş boş muhabbet eden ve oradan oraya yürüyen insanları gördükçe içim daralıyordu.
Sahi, neydi bu insanlarda olup da bende olmayan?
Sempati mi?
Sosyallik?
Belki saflık?
Belki de hiçbir şey.Ne fark ederdi ki?
Kim olduğumu neden değiştirmek zorunda olduğumu gerçekten anlayamadığım sürece, bunlar üstünde düşünmenin manası neydi?

Önüne bakmadığı için bana çarpan çocuğa ters bir bakış atıp önümdeki koridordan sağa saptım.Lavaboya doğru olan yolculuğum ben bilincinde olmadan yön değiştirmiş, daha önce girmediğim sınıfların önüne çıkmıştı.
Göz ucuyla sınıflara bakarken edebiyat kulübünden birkaç tanıdıkla karşılaşmıştım.Okulun güney tarafına bakan bu kısmı bizimkine göre biraz daha sıcaktı.

Bu kadar maceranın bana yettiğini düşünüp tam adımlarımı geri dönmek için çevirmişken kapısı açık olan sınıfta turuncu bir kafa gözüme çarptı. Alüminyum kapıya yaklaşırken içimden tahmin ettiğim kişi olmaması için dua ediyordum.
Ve çoğu zaman dualarımın kabul olmadığı gerçeğini bir kez daha kabullenerek, bana seslenen çocuğa baktım kaşlarımı çatarak.

Living Life, In The Night •TsukihinaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin