-elli sekiz gün önce-
Yaklaşık bir hafta sonra, 06.30'da bir cumartesi günü 06.30 da! Kafa Koparma isimli oyunun tatlı melodisiyle uyandım: Video oyununun tehditkâr, yüksek başlı arka plan müziğinin üstünde, otomatik tabanca patlıyordu. Döndüm ve Jungkook'un oyun kumandasını yukarı ve sağa doğru çekiştirdiğini gördüm, sanki bu mutlak ölümünden kaçmasını sağlayacakmış gibi.
"En azından sesini kısar mısın?"
"Tıknaz," dedi Jungkook, sahte bir küçümsemeyle, "Ses, bu oyunun sanatsal deneyiminin bütünleşik bir parçası. Sessize almak, Jane Eyre'in her iki cümlesinden yalnızca birini okumak gibidir. Albay yaklaşık bir buçuk saat önce uyandı. Biraz rahatsız olmuş gibi görünüyordu, bu yüzden uyumaya benim odama gitmesini söyledim."
"Belki ben de ona katılırım," dedim sersem bir şekilde.
Soruma cevap vermek yerine, "Hoseok'un sana söylediğini duydum. Evet, Paul'u ele verdim ve üzgünüm ve bir daha asla yapmayacağım. Bu arada, Şükran Günü'nde burada kalıyor musun? Çünkü ben kalıyorum." dedi.
Tekrar duvara doğru döndüm ve yorganı başımın üstüne çektim. Jungkook'a güvenip güvenemeyeceğimi bilmiyordum ve öngörülemezliğine kesinlikle yeterince katlanmıştım. Bir gün soğuk, ertesi gün iyi, bir an dayanılmaz şekilde flörtçü, sonra tam tersine tiksindirici oluyordu.
Yorgunluğun bir belirtisi olarak çabucak uyuyakalmayı başardım, birden canavarların acı çığlıklarının ve Jungkook'un onları öldürdükten sonraki hoşnut mırıldamalarının, rüya görmek için hoş bir arka plan müziğinden farklı olmadığına ikna olmuştum. Yarım saat sonra uyandım. Jungkook yatağımda otururken kalçası kalçama değiyordu. Aramızda beş kat vardı ve yine de onun temasının gergin sıcaklığını hissediyordum; birbirine dokunan dudaklardaki patlamanın solgun bir yansımasıydı fakat her şeye rağmen hoş bir yansımaydı. Ve o anın "neredeyseliğinde" bunu biraz da olsa önemsiyordum. Ondan hoşlandığımdan emin değildim ve ona güvenip güvenemeyeceğimden de şüpheliydim ama en azından öğrenmeyi deneyecek kadar önemsiyordum. Yatağımda, galaksiyi kıskandıracak şekilde parlayan gözleriyle bana bakıyordu. Sinsi, neredeyse sırıtan gülümseyişinin devam eden gizemi... Aramızda beş kat...
Sanki uyumamışım gibi devam etti. "Namjoon'un ders çalışması gerek. O yüzden beni yanında istemiyor. Bana bakarken müzikolojiye dikkatini veremezmiş. Kara çarşaf giyerim dedim ama ikna olmadı. Yani burada kalıyorum.
"Üzgünüm." dedim.
"Ah, üzülme. Bir sürü işim olacak. Planlanacak bir eşek şakası var. Ama senin de burada kalman gerektiğini düşünüyordum. Hatta bakarsan bir liste bile hazırladım."
"Liste mi?"
Cebine uzanıp pek çok kez katlanmış bir kağıt parçası çıkardı ve okumaya başladı.
"Bir. Tıknaz, şunları içeren ama bunlarla sınırlı olmayan, birçok harika Culver deneyiminden mahrum kaldı:
A. Ormanda benimle birlikte şarap içmek.
B. Beraber kahvaltı yapmak için bir cumartesi günü erken kalkmak ve arabayla banliyölere gidip sigara içmek ve buranın acınacak derecede sıkıcı olduğundan bahsetmek.
C. Gece geç saatte dışarı çıkmak ve nemli futbol sahasında uzanıp ay ışığı altında bir Kurt Vonnegut kitabı okumak.
İki. Fransızcayı öğretmek gibi uğraşlarda kesinlikle başarılı olmasa da Madam O'Malley şahane bir girişimle, kampüste kalan tüm öğrencileri Şükran Günü yemeğine davet eder ki bu genellikle bir değişim öğrencisiyle beni kapsıyor ama fark etmez. Tıknaz'ın aramıza katılmasından memnuniyet duyarız.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
the great perhaps // taekook
Fanfiction"if people were rain, I was drizzle and he was hurricane." - Looking For Alaska uyarlamasıdır.