four-leaf freak

103 22 6
                                    




"Kitaptaki en eski numara ama herkes aldanır."

Gülümsemeyi denedim fakat Dr. Hyde'ı düşünmekten vazgeçemiyordum. Bu Koli Bandı Olayı'ndan daha kötüydü çünkü dünyadaki Kim Seokjin'lerin beni sevmediğini zaten biliyordum. Ama öğretmenlerim, her zaman Kim Taehyung Hayran Kulübü'nün üye kartı taşıyan müdavimleri olmuştu.

"Sana göt herifin teki olduğunu söylemiştim." dedi.

"Hala bir dahi olduğunu düşünüyorum. Haklı. Dinlemiyordum."

"Doğru ama bu yüzden bir pislik gibi davranması gerekmiyordu. Sanki seni aşağılayarak gücünü kanıtlaması gerekiyormuş gibi! Her neyse," dedi, "gerçek dâhiler yalnızca sanatçılardır. Yeats, Picasso, Garda Marquez: Dahiler. Dr. Hyde: Yaşlı ve üzücü bir adam."

Sonra ders bitene kadar dört yapraklı yonca aramaya gideceğimizi ve sonra Albay ve Hoseok'la birlikte sigara içmeye gidebileceğimizi açıkladı. "Ki ikisi de, hemen arkamızdan sınıftan çıkmadıkları için en büyük götler."

Jeon Jungkook bağdaş kurmuş halde dönem dönem yeşil olan narin yoncalarla kaplı alanda oturarak, dört yapraklı yonca aramak için öne doğru eğilmişken ve bol tişörtünden beyaz teni açıkça ortadayken yonca arayışına katılmanın imkansız hale gelmesi, insan fizyolojisinin yalın bir gerçeğidir. Bakmamam gereken yerlere baktığım için başım yeterince derde girmişti ama yine de...

Kısa, kirli tırnaklarıyla yoncalı alanı muhtemelen iki dakika kadar inceledikten sonra Jungkook, üç normal ve az gelişmiş bir dördüncü yaprağı olan bir yoncayı aldı ve gözlerimi kaçırmam için çok az zaman vererek başını kaldırıp bana baktı.

"Yonca araştırmasında kendi üstüne düşeni açıkça yapmıyor olsan da, sapık," dedi alaycı bir şekilde, "bu yoncayı yine de sana verirdim. Ancak şans, enayiler içindir." Az gelişmiş yaprağı, başparmağı ve işaret parmağıyla tutup kopardı. Bırakırken, "İşte." dedi yoncaya. "Artık genetik bir ucube değilsin."

"Ah, teşekkürler." dedim. Zil çaldı, Hoseok ve Albay kapıdan ilk çıkanlardı. Jungkook gözlerini dikip onlara baktı.

"Ne?" diye sordu Albay. Fakat Jungkook yalnızca gözlerini devirip yürümeye başladı. Yurt meydanı ile futbol sahasından geçip sessizlik içinde onu takip ettik. Ormana daldık, toprak bir yola gelene kadar gölün etrafındaki belirsiz patikayı takip ettik. Albay koşup Jungkook'un yanına gitti ve sözlerinden çok birbirlerine ne kadar kızgın olduklarını anlayabildiğim sessiz bir kavgaya başladılar. Sonun Hoseok'a nereye gittiğimizi sordum.

"Bu yol, ambarda biter." dedi. "Yani belki oraya. Ama büyük ihtimalle Sigara Deliği'ne. Görürsün."

Buradan bakılınca orman Dr. Hyde'ın sınıfından görünenden tamamen farklı bir varlıktı. Düşmüş dallar, çürüyen çam iğneleri ve dikenli yeşil çalılıklarla zemin sıktı.

Beton bir temelin üzerinde neredeyse çökecek gibi görünen tahta bir köprüye geldik. Culver Creek boyunca akan dolambaçlı bir dere, kampüsün eteklerinde tekrar tekrar kıvrılıyordu. Köprünün karşı tarafında, dik bir şekilde aşağı doğru inen ufak bir patika vardı. Bir patika bile değildi, daha çok insanların daha önce bu yoldan geçtiklerini gösteren bir dizi ipucuydu, şurada kırılmış bil dal, orada üstüne basılmış çimenlik bir alan... Tek sıra halinde yürürken Jungkook, Albay ve Hoseok art arda birbirleri için bir akçaağaç dalını geriye çektiler. Sıranın sonundaydım, dalı bırakınca ardımdan çatırdayarak yerine döndü. Ve işte orada, köprünün altında bir alan vardı. Uzun zaman önce bir sınıftan çalınmış mavi plastik sandalyelerin bulunduğu, bir metre genişliğinde ve üç metre uzunluğunda beton bir alan. Dere ve köprünün gölgesiyle serinleyerek, haftalardır ilk defa sıcaklamadığımı hissettim.

Albay sigaraları hazırladı. Hoseok istemedi, geri kalanımız yaktık.

"Tek söylediğim, bizi küçümsemeye hakkı yok." dedi Jungkook, Albay'la konuşmasına devam ederek. "Tıknaz'ın işi pencereden baktığında, benimki de bununla ilgili nutuk attığımda bitti ama o berbat bir öğretmen, beni aksine inandıramazsınız."

"İyi." dedi Albay. "Sadece başka bir olay çıkarma. Tanrım, zavallı yaşlı serseriyi neredeyse öldürüyordun."

"Cidden, Hyde'le çatışarak asla kazanamazsın." dedi Hoseok. "Seni diri diri yer, sıçar ve sonra sıçtığının üstüne işer ki bu arada Paul'u ele verene biz de bunu yapıyor olmalıyız. Kimse bir şey duydu mu?"

"Bir Savaşçı olmalı." dedi Jungkook. "Ama görünüşe göre onlar, Albay olduğunu düşünüyor. Yani kim bilir. Belki Kartal'ın şansı yaver gitti. Paul aptaldı, yakalandı ve kovuldu. Bu kadar. Aptal olduğunuzda ve yakalandığınızda böyle olur." Jungkook, dudaklarını büzüp 'O' yaptı, ağzını yemek yiyen bir japon balığı gibi hareket ettirerek başarısız bir şekilde duman halkaları çıkarmaya çalıştı.

"Vay canına," dedi Hoseok, "eğer okuldan atılırsam, kendi işimi kendim halletmem gerektiğini bana hatırlat çünkü sana güvenemeyeceğimden eminim."

"Saçmalama." diye cevap verdi Jungkook, kızgın değil, daha çok ilgisizdi. "Burada olan her şeyi çözmeyi neden böyle saplantı haline getirdiğini anlamıyorum, sanki her gizemi aydınlatmak zorundaymışız gibi. Tanrım, bitti artık. Hoseok, başkalarının sorunlarını çalmayı bırakmalı ve kendi sorunlarını edinmelisin." Hoseok tekrar başladı ama Jungkook, konuşmayı bitirmek istermiş gibi elini kaldırdı.

Hiçbir şey söylemedim. Paul'u tanımıyordum ve zaten "sessizce dinlemek" genel sosyal stratejimdi.

"Her neyse," dedi Jungkook bana. "sana karşı davranış şeklinin gerçekten korkunç olduğunu düşünüyorum. Ağlamak istedim. Seni öpüp daha iyi hissetmeni sağlamak istedim."

"Yapmaman yazık olmuş." dedim ruhsuz bir tonla ve güldüler.

"Çok tatlısın." dedi, bakışlarının yoğunluğunu üzerimde hissedince tedirgin bir şekilde başka yere baktım. "Ne yazık ki erkek arkadaşımı seviyorum." Az önce bana çok tatlı olduğum söylenmemiş gibi görünmeye uğraşarak derenin kıyısındaki ağaçların düğüm düğüm köklerine baktım.

Buna Hoseok inanmıyordu ve bana yaklaşıp eliyle saçımı karıştırarak, Jungkook'a rap yapmaya başladı.

"Evet, Tıknaz çok tatlı ama sen istiyorsun adam olmazı, yani Joon daha kalıcı. Çünkü çok... Kahretsin. Kahretsin. Neredeyse tatlı için dört kafiye bulmuştum. Ama tek düşünebildiğim tabanlıydı ki bu bir kelime bile değil."

Jungkook kahkaha attı. "Bu, sana olan kızgınlığımın geçmesini sağladı. Tanrım, rap yapmak çok seksi. Tıknaz, burda en hasta rapçinin huzurunda olduğunu biliyor muydun?

"Şey, hayır."

"Hadi attır, Albay Felaket." dedi Hoseok ve ben de Albay kadar kısa ve şapşal birinin bir rap adı olabilmesi fikrine güldüm. Albay, küçük ellerini ağzının etrafında birleştirdi ve vuruş sesleri olması gerektiğini düşündüğüm, gülünç sesler çıkarmaya başladı. Pu çi. Pu pupu çi. Hoseok bir kahkaha attı.

"Tam burada, derenin kenarında, tekmelememi ister misin kıçını? / Buzlu bir dondurma olsaydı, kesinlikle yalardım sigaranı. / Kafiyelerim, Romalılar gibi eski kafalı, Albay'ın vuruşları Arthur Miller'ın Willy Loman'ı gibi acıklı. Bazen bir gösteri adamı olmakla suçlamam. Hızlı kafiye yapabilirim ve yavaş kafiye yapabilirim, adamım."

Durdu, nefes aldı ve sonra bitirdi.

"Emily Dickinson gibi, korkmam yarım kafiyeden / Ve bu, sonudur bu şiirin, MC uçup gider."

Yarım kafiyeyi normal kafiyeden ayıramazdım ama etkilenmiştim. Hoseok'u yavaşça alkışladık. Jungkook sigarasını bitirdi ve bir fiske vurup dereye attı.

"Ne diye bu kadar hızlı içiyorsun?" diye sordum.

Bana bakıp genişçe gülümsedi ve gözlerindeki kusursuz, parlak yıldızlar olmasaydı, bu kadar geniş bir gülümseme onun yüzünde şapşal görünebilirdi. Noel sabahındaki bir çocuğun tüm sevinciyle gülümsedi. "Hepiniz keyif almak için içiyorsunuz. Bense ölmek için içiyorum."

the great perhaps // taekookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin