-elli bir gün önce-
Ertesi sabah, kapının çaldığını duymadım, tabii biri çaldıysa. Yalnızca şunu duydum: "KALK! Saat kaç biliyor musun?"
Saate bakıp uyku sersemliğiyle homurdandım. "Yedi otuz altı."
"Hayır, Tıknaz. Parti saati! Herkes gelmeden önce yalnızca yedi günümüz kaldı. Ah Tanrım, burada olmanın ne kadar güzel olduğunu anlatamam. Son Şükran Günü'nde onca zamanı, tüm küçük mumlarımı kullanıp koca bir mum oluşturarak geçirdim. Tanrım, çok sıkıcıydı. Tavandaki karoları saydım. Aşağıdan yukarı altmış yedi, soldan sağa seksen dört. Acı çekmek de neymiş! Mutlak işkenceydi!"
"Gerçekten yorgunum. Ben..." dedim ve Jungkook sözümü kesti. "Zavallı Tıknaz. Ah, zavallı, zavallı Tıknaz. Yatakta yanına yatıp sana sarılmamı ister misin?"
"Şey, madem teklif ediyorsun..."
"HAYIR! KALK! HEMEN!"
Beni, Hafta İçi Savaşçıları'nın odalarının bulunduğu bir kanadın 50'den 59'a kadar arkasına götürdü ve bir pencerenin önünde durdu, avuçlarını düz bir şekilde pencereye dayayıp pencere yarı yarıya açılana kadar yukarı doğru itti, ardından sürünerek içeri girdi. Takip ettim.
"Ne görüyorsun, Tıknaz?"
Bir yurt odası görüyordum, aynı beton duvarlar, aynı boyutlar hatta aynı benimki gibi bir oda düzeni vardı. Onların koltukları güzeldi ve SEHPA yerine gerçek bir sehpaları vardı. Duvarda iki poster vardı. Birinde İLK MİLYON EN ZORUDUR yazan kocaman bir yüz dolarlık banknot vardı. Karşı duvardaysa kırmızı bir Ferrari posteri. "Şey, bir yurt odası görüyorum."
"Bakmıyorsun, Tıknaz. Ben senin odana girdiğimde, bilgisayar oyunlarını seven iki çocuk görüyorum. Kendi odama baktığımda, kitapları seven bir çocuk görüyorum."
Koltuğa yaklaşıp plastik bir soda şişesini aldı. "Şuna bak." dedi, şişenin yarısının iğrenç, kahverengi bir sıvıyla dolu olduğunu gördüm. "Tütün tükürüğü. Yani tütün çiğniyorlar. Ve belli ki pek hijyenik değiller. Yani diş fırçalarına işesek umurlarında olur mu? Yeterince olmayacağı kesin. Bak. Bana bu çocukların neyi sevdiğini söyle."
"Parayı seviyorlar," dedim posteri göstererek. Bezmiş bir halde ellerini kaldırdı.
"Hepsi parayı sever. Tıknaz. Tamam, banyoya gir. Orada ne gördüğünü söyle."
Oyun biraz sinirimi bozuyordu ama Jungkook o davetkar koltuğa otururken banyoya girdim. Duşun içinde bir düzine şampuan ve krem şişesi buldum. Banyo dolabında, Rewind adında bir şeyin silindir şeklinde şişesi vardı. Şişeyi açtım, mavimsi jöle, lüks bir kuaför salonu gibi çiçek ve ispirto kokuyordu. (Lavabonun altında, yalnızca tek bir kullanım amacı olabilecek kadar büyük bir vazelin şişesi de buldum ama bunu düşünmek istemiyordum.) Odaya geri döndüm ve heyecanla "Saçlarını seviyorlar. " dedim.
"Kesinlikle, üst ranzaya bak." Yatağın ince ahşap başlığına tehlikeli bir şekilde yerleştirilmiş, bir şişe jöle vardı, "O, dik dik saçlarıyla uyanmıyor, Tıknaz. Bunun için çalışıyor. O saçı seviyor. Saç ürünlerini burada bıraktılar çünkü evde benzerleri var. Hepsinin var. Neden biliyor musun?"
"Çünkü ufacık penislerini bununla telafi ediyorlar?" diye sordum.
'Haha. Hayır. Hepsinin birer maço göt olmasının sebebi, saçlarını seviyorlar çünkü daha ilgi çekici bir şeyi sevecek kadar akıllı değiller. Yani onları acıtacak yerlerinden vuracağız: Kafa derisi.''
ŞİMDİ OKUDUĞUN
the great perhaps // taekook
Fanfiction"if people were rain, I was drizzle and he was hurricane." - Looking For Alaska uyarlamasıdır.