Ah, yapma." dedi. "Hadi ama. Ne var biliyor musun? Gerçek sorunları olan insanlar var. Benim gerçek sorunlarım var. Anneciğin burada değil, o yüzden kendine gel, koca adam."
Ona tek kelime etmeden çıkıp kendi odama gittim. Arkamdan kapıyı çarparak Albay'ı uyandırdım ve paldır küldür yürüyerek banyoya girdim. Yosunları ve gölün suyunu yıkayıp üstümden çıkarmak için duşa girdim fakat duş başlığı olduğunu sanan saçma musluk resmen bozuktu ve Jungkook, Jin ve diğer çocuklar nasıl şimdiden benden hoşlanmayabiliyorlardı ki? Duş almayı bitirdikten sonra kurulandım ve kıyafet bulmak için odaya girdim.
"Eee." dedi. "Niye bu kadar uzun sürdü? Eve gelirken kayıp mı oldun?"
"Senin yüzünden olduğunu söylediler." dedim ve sesim kızgınlığımı ele verdi. "Seninle takılmamam gerektiğini söylediler."
"Ne? Hayır, bu herkesin başına gelir." dedi Albay. "Bana da oldu. Seni göle fırlatırlar. Yüzüp çıkarsın. Eve gelirsin."
"Öylece yüzüp çıkamadım." dedim yavaşça, havlumun altından kot pantolonumu çekerken. "Beni bantladılar. Hareket bile edemedim."
"Dur. Dur." dedi ve karanlığın içinden bana bakarak ranzasından atladı. "Seni bantladılar mı? Nasıl?" gösterdim, Bacaklarım birleşik ve ellerim yanlarımda bir mumya gibi durdum ve beni nasıl sardıklarını gösterdim. Sonra kendimi koltuğa attım.
"Tanrım! Boğulabilirdin! Yalnızca seni iç çamaşırınla suya atmaları ve kaçmaları gerekiyordu!" diye bağırdı. "Ne bok yediklerini sanıyorlardı ki? Kimdi? Kim Seokjin ve başka kim? Yüzlerini hatırlıyor musun?"
"Evet, sanırım."
"Neden bunu yaptılar ki?" diye hayret etti.
"Onlara bir şey mi yaptın?" diye sordum.
"Hayır, ama onlara bir şey yapacağımdan şimdi adım gibi eminim. Haklarından geleceğiz."
"Büyük bir mesele değildi. İyiyim."
"Ölebilirdin." Öyle olabilirdi, sanırım. Ama ölmemiştim.
"Şey, belki yarın gidip Kartal'a söylemeliyim." dedim.
"Kesinlikle olmaz." diye cevap verdi. Yerde duran buruşuk şortuna doğru yürüdü ve bir paket sigara çıkardı. İki tane yakıp birini bana uzattı. O lanet şeyin hepsini içtim. "Öyle yapmayacaksın." diye devam etti. "Çünkü burada boklar böyle temizlenmez. Hem ayrıca adının ispiyoncuya çıkmasını gerçekten istemezsin. Ama o piçlerle ilgileneceğiz, Tıknaz. Söz veriyorum. Arkadaşlarımdan biriyle uğraştıklarına pişman olacaklar."
Albay, beni arkadaşı olarak adlandırmasının, onun arkasında durmamı sağlayacağını düşündüyse... Evet, haklıydı. "Jungkook bu gece bana karşı biraz zalimdi." dedim.
"Dediğim gibi, dengesizdir."
Üzerimde bir tişört, şort ve çorapla yatağa girdim. Ne kadar içler acısı bir şekilde sıcak olursa olsun, diye karar verdim, Creek'teki her gece kıyafetlerimle yatacağım. Neyin ne zaman olacağını bilmediğiniz bir yerde muhtemelen hayatımda ilk kez korkuyu ve yaşama heyecanını hissediyordum.
-yüz yirmi altı gün önce-
"Peki, savaş başladı." diye bağırdı Albay ertesi sabah. Dönüp saate baktım, 07:52. Culver Creek'te ilk dersim, Fransızca, on sekiz dakika içinde başlıyordu. Gözlerimi birkaç kere kırpıp iyice eskimiş ve bir zamanlar beyaz olan spor ayakkabılarımı bağcıklarından tutarak koltuk ile sehpa arasında duran Albay'a baktım. Uzun bir süre o bana baktı, ben ona baktım. Ve sonra, neredeyse yavaş çekimde, Albay'ın yüzünde bir sırıtış belirdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
the great perhaps // taekook
Fanfiction"if people were rain, I was drizzle and he was hurricane." - Looking For Alaska uyarlamasıdır.