-yüz yirmi yedi gün önce-Ertesi gün öğleden sonra, Van Gogh posterimi kapının arkasına yapıştırmaya çalışırken aynı zamanda gözlerimi kırparak teri uzaklaştırmaya çalışıyordum.
Albay koltukta oturmuş, posterin düz olup olmadığını inceliyor ve Jungkook'la alakalı bitmez tükenmez sorularımı cevaplıyordu. Hikayesi ne? "Vine Stationlı. Fark etmeden yanından geçip gidebilirmişsin ve anladığıma göre zaten böyle yapmalıymışsın. Sevgilisi üniversiteye gidiyor. Bir grupta bas çalıyor. Ailesi hakkında fazla bir şey bilmiyorum." Ondan gerçekten hoşlanıyor mu? "Sanırım. Onu aldatmadı ki bu bir ilk." Ve böyle devam etti. Bütün sabah başka bir şeyle ilgilenemedim, ne Van Gogh posteriyle ne bilgisayar oyunlarıyla... Hatta o sabah Kartal'ın getirdiği ders programımla bile. Kartal kendini de tanıtmıştı.
"Culver Creek'e hoş geldiniz, Bay Kim. Burada size büyük oranda özgürlük tanınır. Eğer kötüye kullanırsınız pişman olursunuz. İyi bir delikanlıya benziyorsunuz. Size veda etmek zorunda kalmak istemem."
Sonra ya ciddi ya da ciddi şekilde şeytani bir bakışla gözlerini üzerime dikip bana baktı. "Jungkook buna kıyamet bakışı diyor." dedi Albay, Kartal gittikten sonra. "Bunu bir dahaki görüşünde bil ki, enselenmişsindir."
"Tamam, Tıknaz." dedi Albay, ben posterden uzaklaşırken. "Jungkook'u bu kadar sorduğun yeter. Hesabıma göre bu okulda yüz yirmi yedi erkek, doksan iki kız var ve her biri Jungkook'dan daha az çılgındır ki şunu da ekleyebilirim, onun zaten bir sevgilisi var. Öğle yemeğine gidiyorum. Bugün, bufriedo günü." Kapıyı açık bırakarak dışarı çıktı. Kara sevdaya tutulmuş bir aptal gibi hissederek, kapıyı kapatmak için ayağa kalktım. Çoktan yurt çimenliğine doğru ilerlemiş olan Albay arkasına döndü. "Tanrım. Gelmiyor musun?"
Creek'teki o ilk haftada, kafeterya kızarmış tavuk, kızarmış şnitzel ve kızarmış sebze denen lezzetli dünyaya adım atmamı sağlayan kızarmış bamya servis etmişti. Fakat şaşırtıcı derecede obez olan aşçının yarattığı bufriedo isimli yemekle hiççbir şey boy ölçüşemezdi. Fritözde kızartılmış bir fasulyeli burrito olan bufriedo, kızartmanın yemeği daima güzelleştireceğini kanıtlamıştı. Albay ve tanımadığım beş çocukla birlikte daire şeklinde bir masada otururken, dişlerimi ilk bufriedomun çıtır kabuğuna geçirdim ve bir yemek orgazmı yaşadım.
Albay, sallanıp duran masada oturan çocuklara beni 'Tıknaz' olarak tanıttı ama yalnızca dün Jungkook'un bahsettiği Hoseok ismini aklımda tutabildim. Ben yavaşça çiğneyerek çıtırtının tadını çıkarırken ağzı dolu bir halde konuşuyordu.
"Hiçbir şey, bir insanın ilk bufriedosunu yiyişini izlemeye benzemez."
Ben, hem ağzım doluyken konuşmak istemediğimden, hem de sadece yiyebildiğim kadar yemek istediğim için sohbetlere katılmıyordum. Ama Hoseok böyle yapmıyordu. Konuşurken yiyebiliyor, çiğneyebiliyor ve yutabiliyordu ki böyle de yaptı.
Kendi aralında atılan, biri Jungkook'un oda arkadaşı olması gereken kişi, iki öğrenciden bahsediyorlardı. Albay'dan öğrendiğime göre 'Üçlü Bahis' olarak adlandırdıkları şey yüzünden önceki öğrenim yılının son haftasında okuldan atılmışlardı. Culver Creek'te kovulmana sebep olacak suçlardan üçünü birden işlerken yakalanmışlardı. Kartal onları bastığında, çıplak halde yatakta beraber yatıyorlardı, çoktan sarhoş olmuşlardı ve esrar içiyorlardı. Söylenenlere göre birisi onları ele vermişti ve Hoseok kim olduğunu bulmaya niyetli gibi görünüyordu. En azından, ağzı tıka basa doluyken bunu bağırarak söyleyecek kadar niyetliydi.
"Çocuk göt herifin tekiydi." dedi Albay. "Ben onları ele vermezdim ama onun gibi Jaguar süren bir Hafta İçi Savaşçısıyla ilişki yaşayan biri, başına hak eder."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
the great perhaps // taekook
Fanfiction"if people were rain, I was drizzle and he was hurricane." - Looking For Alaska uyarlamasıdır.