1. İlk Gün

208 34 137
                                    


Yorulmuştum. Fakat yorgunluğumun başarmak gibi bir amacı vardı. Yürüyordum nereye gideceğimi bile bilmeden... Bedenin değil, yüreğin bir dili olsun, sustuklarımın çığlığı,
sessizliğimin sesi olsun istiyordum.

Yorgunluk...

Çok yorulmuş bir insanın yüz ifadesini almıştım sanki, üzerimde koca bir geçmişin yükü varken yetmezmiş gibi...
Yalnızlık her şeyden ve herkesten çok tercih ettiğim bir kavramdı, tıpkı sessizlik gibi.
Sorsalar şu hayatta sevipte başardığın ne var diye. Diyeceğim tek cevap;
Koskoca dünyada sekiz milyar insana değmeden usulca yalnızlığıma gömülerek, hayatımı kötü etkileyen bir çok olay olmasına rağmen sessizliğin de verdiği huzurla yaşamak olurdu. Neden mi, gülüşlerim vardı benim her sıkıntıya eyvallah diyen. Hani bir söz var ya acısı çok olanın gülüşü güzel olur diye, işte ben o gülüşü o acılarla beraber gömdüm. Dost dediler arkadaş dediler, ismi dost namı kardeş imiş sadece...
Ben en çok zararı en yakınlarımdan gördüm. Aşk dediler, sevgi dediler, fedakarlık dediler. Bir ömür onunla yapabilir miyim ile değil, bir an olsun onsuz yapabilir miyim diyen bir aşk ile kalbim vuku buldu.
Sevgiye gelecek olursak Mevlana'nın dediği gibi ne aklımla sevdim ne de kalbimle, ruhumla sevdim. Kalp durur akıl unutur fakat ruh ne durur ne de unutur...
300 kilometre yol gidip beş dakika daha fazla görebilmek için geceyi kışın ayazında bir bankın üzerinde geçirdim. Ölmek kolay olanı iken ben onun için yaşamayı göze almıştım. Kısaca aşkın bir ismi daha olsa " ben" olacak kadar sevip fedakarlığın alâsını yaptım peki ya sonuç koca bir hiç...

Bu yüzden yalnızlığı çok seviyorum.
İnsanlarla mesafe koyunca arama, sorgulanmaz kılıyor beni. Her şeyin hesabını vermek zorunda kalmıyorum.
Bu da yalnızlık ile olan bağımı güçlendiriyor.
Çünkü samimiyet fazla olduğu takdirde, attığın adımdan tutun, tuttuğunuz takıma kadar sorgulanır oluyor insan...

Ben yağız, yağız kara...

Soyadımın olduğu gibi gözü kara da diyenler vardı. Yaş olarak 24'e kısa bir zaman önce girdim. Herkesin olduğu gibi benim hikayem de doğarken başlamıştı. Doğarken feleğin tokadını hissetmiştim ensemde. Babam uzun yol şoförüydü ben doğarken de yollardaymış. Annemin anlattığı kadar doğum haberini aldıktan sonra çok sevinmiş fakat o mutluluğu eksiksiz yaşamasına engel olan şey geçim sıkıntısıymış.

Düşünüyorum da...
Kelimeler anlamını yitiriyor. Baba olmanın sevincini anlatırken, hangi kelime ile yaşayacağı geçim sıkıntısının etkilediği yüz ifadesini anlatabilirim ki ...
İlk çocukları, ilk göz ağrılarıydım.
Daha fazla çalışmalıyım para kazanmalıyım diye düşünürken bir yandan da baba olmanın sevincini yaşıyordu. Karışık duygular içerisinde iken boşluğuna gelip direksiyon hakimiyetini kaybederek bariyerlere çarpmış orda hayatını kaybetmişti.
Annem her ne kadar konuşkan olmuş olsa da konu babama gelince sessizlik hakim olurdu. Babam olmadığı için bir yanım eksik olduğu gibi hakkında hiç bir şey bilmeyişim de ayrı bir eksiklik miydi acaba...

O adam benim babam...

Sadece bunu biliyordum buna rağmen her ellerimi semaya açtığımda ona da dua etmeden dilim amin deyip bitirmeye varmıyordu.

Yalnızlığım;
Doğduğum gün sesini yüzünü görmediğim babamın vefat etmesi ile başlamıştı. Annem ev hanımı olmaktan çıkıp hem iş kadını hem de ev hanımı olmak zorunda kalmıştı sırf bana bakıp büyütebilmek için. Yapamamış başaramamıştı. İşte o gün hayatın zorlukları ve imtihanım başlamıştı. Artık anne kucağında değil, bir yetimhanede devam edicekti hayatımın geri kalanı. Henüz altı aylıkken yetimhane kapısının ardında yeni bir hayata yelken açıyordum. Olsun, her ne kadar şefkatli anne kollarında büyüyememiş olsam da, beni yüreğinde büyüttüğünü anlayabiliyorum şuan ki aklımla.

Sessizliğimin SesiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin