"Acaba bir saatçi, saatin çarklarını yapsın; sonra saati çarklarla tertib edip tanzim etsin, daha mı kolaydır? Yoksa hârika bir makineyi, o çarklar içinde yapsın; sonra saatin yapılmasını o makinenin camid ellerine versin, tâ saati yapsın, daha mı kolaydır? Acaba imkân haricinde değil midir? Haydi o insafsız aklınla sen söyle, sen hâkim ol! Veyahud bir kâtib; mürekkeb, kalem, kâğıdı getirdi. Onunla kendi bizzât o kitabı yazsa, daha mı kolaydır? Yoksa o kâğıt, mürekkeb, kalem içinde o kitabdan daha san'atlı, daha zahmetli, yalnız o tek kitaba mahsus olarak bir yazı makinesi icad etsin; sonra o şuursuz makineye "Haydi sen yaz" desin de kendi karışmasın, daha mı kolaydır? Acaba yüz defa yazıdan daha müşkil değil midir?”(Lemalar – 187)
“Tabiiyyunların(tabiatçılar), mevhum(gerçek dışı) ve hakikatsız tabiat dedikleri şey, olsa olsa ve hakikat-i hariciye (yaratılmış varlık dünyası ile ilgili gerçek) sahibi ise; ancak bir san'at olabilir, Sâni'(sanatkâr yaratıcı) olamaz. Bir nakıştır, Nakkaş olamaz. Ahkâmdır(kanundur), hâkim(hükmeden) olamaz. Bir şeriat-ı fıtriyedir(ALLAH’ın (C.C) yaratılış dünyasında koyduğu kanunlar), Şâri'(şeriat koyucu) olamaz. Mahluk bir perde-i izzettir, Hâlık olamaz. Münfail(etkilenen) bir fıtrattır, Fâtır(yaratıcı) bir fâil olamaz. Kanundur, kudret değildir; kàdir olamaz. Mistardır(ölçüdür), masdar(işi yapan) olamaz.”(Lemalar – 186)
Eserleri olan nimetleri, yani sebepleri yani perdeleri kendinden bilmemeli o hikmet ve yararın perde ardındaki bir ilahi kudrete ait Zat’tan(C.C) sunulduğunu bilmek gerektir.
"Başını kaldır, kendini tanıttırmak isteyen faal ve kudretli bir zâtın hârika işlerine bak! Sen başıboş olmadığın gibi, bu hâdiseler de başıboş olamazlar. Her birisi çok hikmetli vazifeler peşinde koşturuluyorlar. Bir Müdebbir-i Hakîm tarafından istihdam olunuyorlar."(Şualar – 109)Nasıl ki geceliğin Ay’ın ışıyışı kendinden değil de Güneş’ten gelen ışığın parlaması iledir aynı şekilde de toprak altında fabrikalar yok ki içine gömülen binler çeşit birbirine benzeyen tohumların hangi ağaca ait olduğunu bilip ona göre yetiştirsin, bir fidan bilmez ki büyüyünce meyve versin, hangi ağaç bilecek ki “Meyvelerimi yiyecek olan vardır,” deyip de şuurlu bir vaziyette vitamin, mineral, su, azot, karbon, magnezyum, çinko gibi tadı tuzu olmayan, rengi ve kokusu bulunmayan atom ve molekülleri alıp da kendi içinde karıştırsın ve tadı, rengi ve kokusu olan cazibedar bir hâlde keyifle yiyelim diye bize sunsun.
Meyvelerde rahmet var Er-Rahman gibi, meyvelerde nimet var Er-Rezzak gibi, meyvelerde, açlık ve muhtaçlığımızı bilen var Es-Samed gibi, bu dünya bahçesinin bir sahibi var El-Varis gibi, bir su dökmekle bu nimete kavuşulur mu k i o vakit karşılık beklemeden ikramda bulunan var El-Vehhâb gibi, acaba hiç düşündün mü ki “Ya bugün yiyeceğim bir elma içi zehir dolu olur mu?” diye o vakit bize sunulan bir güven var El-Vekil diye... Bu tefekkür listesi elimizdeki bir elma, içtiğimiz su, yahut ciğerimize çektiğimiz nefes yahut da herhangi bir nimet ile bakılır ki Rabb’imizi göremiyoruz lâkin bize sundukları ile varlığının delillerini şahit oluyoruz.
Bu dediklerime iyi kulak kesil çünkü bir mahlûkun Yaratıcı’sını(C.C) bilmesi kontrolün kendisinde olmayıp yaşayışı irade yoluyla “istemek” ile gerçekleştirdiğini kavrar verir, neyi nasıl isteyeceğine önem verir. Kendi cüzzi kuvveti ardında sonsuz kuvvet sahibi ALLAH’ı (C.C) bilmek insana aslında bulunduğundan başka bir kudret ile işlerini koyulmasını sağlar. Bunu şöyle bir örnekle de açıklayabiliriz;
“Nasılki bir adam, bir padişaha askerlik veya memuriyet cihetiyle intisab etse, o memur ve o asker o intisab kuvvetiyle, yüzbin defa kuvvet-i şahsiyesinden fazla işlere medar olabilir. Ve padişahı namına bazan bir şahı esir eder. Çünki gördüğü işlerin ve yaptığı eserlerin cihazatını ve kuvvetini kendi taşımıyor ve taşımaya mecbur olmuyor. O intisab münasebetiyle, padişahın hazineleri ve arkasındaki nokta-i istinadı olan ordu; o kuvveti, o cihazatı taşıyor. Demek gördüğü işler, şahane olarak bir padişahın işi gibi; ve gösterdiği eserler, bir ordu eseri misillü hârika olabilir. Nasılki karınca, o memuriyet cihetiyle Firavun'un sarayını harab ediyor. Sinek o intisab ile, Nemrud'u gebertiyor. Ve o intisab ile, buğday tanesi gibi bir çam çekirdeği, koca çam ağacının bütün cihazatını yetiştiriyor.
{(Haşiye): Evet, eğer intisab olsa; o çekirdek, kader-i İlahîden bir emir alır, o hârika işlere mazhar olur. Eğer o intisab kesilse; o çekirdeğin hilkati, koca çam ağacının hilkatinden daha ziyade cihazat ve iktidar ve san'atı iktiza eder. Çünki dağdaki -kudret eseri olan- mücessem çam ağacının bütün a'zâları ve cihazatıyla, o çekirdekteki kader eseri olan manevî ağaçta mevcud bulunması lâzım gelir. Çünki o koca ağacın fabrikası, o çekirdektir. İçindeki kaderî ağaç, kudretle hariçte tezahür eder, cismanî çam ağacı olur.}
Eğer o intisab kesilse, o memuriyetten terhis edilse, yapacağı işlerin cihazatını ve kuvvetini, belinde ve bileğinde taşımağa mecburdur. O vakit, o küçücük bileğindeki kuvvet mikdarınca ve belindeki cephane adedince iş görebilir. Evvelki vaziyette gayet kolaylıkla gördüğü işleri bu vaziyette ondan istenilse, elbette bileğinde bir ordu kuvvetini ve belinde bir padişahın cihazat-ı harbiye fabrikasını yüklemek lâzım gelir ki; güldürmek için acib hurafeleri ve masalları hikâye eden maskaralar dahi bu hayalden utanıyorlar!..”(Lemalar – 183)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sınıfımdaki Ateist Kardeşe Mektup
EspiritualGERÇEKTEN BİR ATEİSTE YAZILMIŞ, ELDEN VERİLMİŞ, OKUNMUŞ BİR MEKTUPTUR...