Arı Mucizesi

72 11 3
                                    

Arı düşünüldüğünde ise aslında muhteşem bir yaratılış fıtratına sahiptir, milyonlarca yıldır hiç şaşmayan bir vazife devranında kuşaklarca kainat yapbozunun bir parçası olarak bulunmaktadır: Kraliçe arının büyük bir  hassasiyetle hücrelere  yerleştirdiği  arı  yumurtaları  yaklaşık  3  gün içinde  gelişirler. Arı  larvaları,  6  gün  içinde  ilk ağırlıklarının  1500  katına  ulaşır  ve  neredeyse  bulundukları hücrelere  sığmaz  olurlar.  Bu  noktadan  sonra  büyüme durur  ve  pupa  aşaması  başlar.

Bal arıları peteklerini inşa ederken tam olarak 109 derece 28 dakika, 70 derece 32 dakikalık açı kullanırlar. Bu hesapta ise en ufak bir sapma olmuyor. Peteklerin uçları ise 13’er derecelik yükseltilerek inşa ediliyor, bu eğim sayesinde petek dik bile dursa içindeki bal dışarıya akmıyor. Tüm arılar bu karmaşık hesaplamayı biliyor ve eksiksiz şekilde uyguluyor. Bir toz tanesi kadar beyni var lâkin bir matematik profesörü gibi hesap yapabiliyor.

Arı  kovanındaki  özel  hazırlanmış  peteklerde  büyümeye  devam eden  larvaların  yedinci  günlerinde  şaşırtıcı  bir  olay  gerçekleşir. Larva  yemek  yemeyi  keser  ve  bakıcı  arılar  larvanın  bulunduğu  hücrenin ağzını  mumdan  yapılmış,  hafif  kubbeli  bir  kapak  ile  tamamen  kapatırlar.  Bu sırada  larva  da  kendi  ürettiği  bir  madde  ile  bulunduğu  odanın  içinde  etrafına koza  örerek  kendini  buraya  adeta  hapseder. Bu kozayı ipekten yaparlar; ipeğin yapısına baktığımızda ise bunlardan  biri  olan fibroin;  glikol,  lösin,  arjinin  ve  tirozin  maddelerinin  belirli  oranlarda  birleşmesiyle  meydana gelen  bir  maddedir.  İpeği  oluşturan  maddelerden  başka  biri  olan  serizin  ise  serin,  alanin  ve lösin gibi  çok  hassas  yüzdelerde  bir araya  gelmesiyle  oluşur.  Arı  larvalarının  koza  örerken kullandıkları  ipeğin  yapısındaki  maddeler  sadece  bu  kadar  değildir.  Bundan  başka  mum, yağ  ve  reçine  gibi  maddeler  de  ipeğin  yapısında  bulunmaktadır. Arı  larvaları  bu  şekilde  pupa  evresine  bir  geçiş  yaparlar. Bu koza içinde “fibroin” denilen anti bakteriyel bir salgı bulunur ki larva hâldeki arı mikroplardan ölmesin. Bu kozanın yapısı da çok ilginçtir çünkü içinde %0,05 oranına kadar inebilen birçok maddeler bulunmakta ve milyon yıllardır değişmeyen bir formüldür bu.

Arı  pupası,  bulunduğu  hücrenin  içinde  12  gün  boyunca  kalır.  Bu  süre  içinde hücrede  dıştan  herhangi  bir  değişiklik  gözlenmez.  Oysa  hücrenin  içindeki  pupa  sürekli büyüme  halindedir.  Arı  yumurtası  kraliçe  arı  tarafından  hücreye  bırakıldıktan  tam  üç  hafta sonra  hücrenin  kapağı  yırtılır  ve  içinden  uçmaya  hazır  bir  şekilde  balarısı  çıkar.

Bu kadar kısa zamanda bir mucize doğmuştur ve her an yaratılış hâlinde kalmıştır; pupa olup büyüyene kadar şimdi gördüğünüz arıların hiçbir organı yoktu ve o ipeksi koza içinde tamamen başka teçhizatlar kazanarak bu hâlini aldı. Bu mucizenin olabilmesi için vücudunda eser miktarlarda kimyasallar salgılandı ve olmasa dâhi bu canlıya ne kadar şuurlu desek de; o kimyasalın dozunu ayarlayamaz, vücut şeklini aldıramaz, kendini tasarlayamaz! Bunu yapan muhakkak bir yaratıcı olmak zorundadır.

Arı artık uçmaya hazırdı ve kovandan dışarı çıktı. Hiç bilmediği bir diyara atıldı ve sanki istediği şeyi biliyormuşçasına. Polen bulduğundan ise hemen ona yaklaşır ve etrafında uçarak kendine ait olduğunu, kendisinin de bulabileceği bir sınır çizme yaparak kendi alanlarını belirler. Geri döndüğünden ise diğer arıların önünde (bizim gibi gözlerle) çıplak gözle bakıldığından dans ediyor görünümü verir lâkin bu da şifreli bir koordinat tayinidir! Daha yaratılalı bir ayı geçmeyen arı tam bir polen buluculuğu ve bildirisi yaparak ve tüm o polenleri toplayıp bir miktarını da kovanına getirmeden diğer çiçekler üstüne saçmaktadır ki döllenme gerçekleşsin, yapılsın ki gelecek sene de aynı verim alınsın ve doğanın döngüsü devam edebilsin. Fakat bu hususta bir şey vardır ki arılar tek mevsimin bitişini ve yeni mevsimin doğuşunu dâhi bilmemekte 3-4 hafta en fazla ise 5-6 hafta kadar ömür sürmektedirler. Peki, onlar nereden bilsin ki kış gelecek ve bir yıl ölecek, dağlara kar yağacak ve tüm bitki beşeriyet âlemi bir uyku yahut ölüm hâline girecek? Yeniden uyanmak yahut dirilmek için tüm ormanların çekirdeğinin zerresi o polenlere bu kadar ihtiyaç vardır ve döllendirilmesi zaruridir, insanoğlu gibi aç gözlülük yapılamaz, bu şuur içinde gibi görünmektedir. “Şuuru yok,” diyorum ki çünkü düşünme kabiliyetleri yoktur, bunların rastlantı diye bir şey de olamaz çünkü iki zar atılarak düşeş getirilme ihtimali bile 1/36 iken böyle bir canlının yaratılışı rastlantı demek için 10 üzeri “10x” denilir ki bu x ise milyon değeri kadar bile alacak DNA dizilimindeki yaratılış inceliği olduğu için rastlantı sonucu oluşamamaktadır.

O kadar ince bir titizlik, şaşmaz bir nizamdan bahsediyoruz ki bu küçük canlı içinde iki bölme barındırıyor; birinde bal, diğerinde ise zehir bulunduruluyor. Bu zehir o kadar kuvvetli; ya kendi içinde barındıran arıyı öldürür yahut da bağışıklık sistemi zayıf kalmış herhangi bir insanı. Biz iki kazanı yan yana koysak ve birinde şerbet kaynatırken diğerinde ise çer çöp ne varsa atsak ve ayrı ayrı karıştırsak şerbetten içesimiz gelmez, yanında zararlı bir şey bulunmasından ötürü endişe taşırız, kokusu yayılır, lezzeti gider hissine kapılır, doyum ve zevk almayız. Fakat bunların hiçbirini bir bal arısının yaptığı balda hissetmeyiz çünkü bir titizlik ve nizam içinde yapıldığından, o akılsız hayvanın eylemine kalmamış olduğunun dil olarak etmesek dâhi hissiyat ve hâl ile tavır ile belli etmekteyiz. “Arı yapmıyordu,” dedim bunu çünkü bu belli bir gerçektir; biz demiyoruz ki “Tükürük salgım karbonhidrat parçalasın, mide asidim protein öğütsün, safra salgım yağ asitlerini bölsün,” diye, o vakitte bunu yapan, her daim yapan, her daim biz bilmeden yaptıran bir yaratıcı var. Bunu anlamak istersen göz kapaklarını neredeyse 2 saniyede bir kırptığını, tükürüğünü ağzında birikmesin diye yaklaşık 5 saniyede bir yuttuğunu, dakikada yaklaşık 16 kez soluduğunu, kalbinin senden habersiz lâkin sana bir zorluk çıkarmadan dakikada 60-100 atım yaptığını, kalbin saatte 300 litre kan pompalayıp, bir yemeğin kokusunu, görüntüsünü algılasan ve ufacık tatsan hemen mide asidine o yapıyı parçalayacak türden enzimler katılır, böbrekler ise günde 200 litre kanı süzer ve atık olarak da günde ortalama 1,5 litre idrar çıkarır. Sorarım sana hangisini hangi plana göre ayarladın yahut bunu yapan irade, ilim, yaşama, kudret sıfatlarından eksik kim yapabilir; bunu yalnızca bir yaratıcı yapabilmektedir.

Bitti mi? Bitmedi! Bitmez de. Bizim diyeceklerimiz biter lâkin ALLAH-u Teâlâ'nın yarattıkları bitmez.

Sınıfımdaki Ateist Kardeşe MektupHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin