4

325 58 40
                                    

Umarım beğenirsiniz, sonlara doğru biraz batırmış gibi hissediyorum.

"Siz ne dediğinizin farkında mısınız?"

Prens Felix, duyduğu sözler ile aniden Goguryeo kralının sözünü kesmişti. Abisi olan krala bile söz hakkı tanımamıştı. Ne demek istiyordu bu kendini bilmez kral? Aniden çıkıp gelmesinin nedeni belli olmuştu. Boş beleş işlerle uğraşmayacağı çok açıktı zaten fakat yine de böyle bir konu ile karşılarına geleceğini düşünmemişti.

"O bölgeyi size güle oynaya vereceğimizi mi sanıyorsunuz?" Sinirlerine hakim olamıyordu, genç prens. Karşısındaki kral, onlara ait olan toprakların bir bölümünü kendi topraklarına katmak istediğini söylüyordu. Hangi vasıfla böyle bir şeyi isteyebiliyordu.

"Bak, güzel çocuk." Goguryeo kralı, kendisine baş kaldıran çocuğa bakarken sözlerine başlamıştı. "O toprakları bana vermek zorundasınız. Gücüme güç katabilmek için oralara ihtiyacım var."

Sözlerine devam etmeden önce alnında altın taç bulunan prensin yüzünde gezdirdi gözlerini, kral olan. Onlardan toprakları kolaylıkla alamayacağını biliyordu ama yine de ikna edebilmek için öneride bulundu. "Merak etmeyin size yüksek ölçüde altın vereceğim." Sözlerini söyler söylemez diğer krallığın prensi, hızlıca onu hedef alan sözlerine başlamıştı.

"Sizin altınlarınıza filan ihtiyacımız yok."

Genç prens, sözlerini söylerken bir yandan da ayağa kalkmış, masaya ellerini dayayarak, kendisini öldürecekmiş gibi bakan krala doğru üst vücudunu yaklaştırmaya başlamıştı. Sarayın hanedan üyeleri de pür dikkatle onu izliyordu. Prens Felix, böyle yapıda birisi değildi. Bu kadar sinirlenmesine şaşırmışlardı.

"Siz gücünüze güç katacaksınız diye, biz topraklarımızdan vazgeçecek değiliz."

Söylediği sözlerden sonra karşısındaki kralın suratı öyle bir ifade ile kaplanmıştı ki, o zaman anlamıştı genç prens, neden bu adama dönemin en korkunç kralı dendiğini.

"Ya topraklarınızı sizinle güzelce konuşurken bana verirsiniz.." Ses tonunu az önceki konuşmasına göre daha da kalınlaştırarak devam etmişti sözlerine, kral.

"Ya da ülkenizin her bölgesini kan gölüne çevirmekten kendimi alıkoymam."

Kendisine kafa tutan güzel çocuğun gözlerinin tam içine bakarak söylemişti, kral. Artık sinirlendiğini hissediyordu. Karşısındaki çocuk onunla nasıl böyle saygısızca konuşabiliyordu?

"Barış antlaşmasına sahip olduğumuzu unutmuş olmalısınız, kral. Böyle bir hakka sahip değilsiniz."

Changbin, duyduğu sözlerle gergin ortama bir kahkaha salmıştı. Kahkahası tamamen sinir olduğunun göstergesiydi. "Barış antlaşmasını aptal atalarımız uygulamaya koydu diye onu devam ettireceğimi mi sandın?" Sözlerini söylerken kelimelerini bastırarak söylemişti. Dişlerini sıkarak konuşuyordu artık. Vücudundaki tüm damarların atışını hissedebiliyordu.

Prens Felix, duyduğu tehditkar sözlerle kaskatı kesildiğini hissetti. Bu kadar ileri gidemezdi değil mi? Koskoca antlaşmayı bir anda yok edemezdi, bunu yapamazdı.

"Biliyorsunuz ki.." Changbin, gözlerini güzel prensten çekerek kendisine göre pasif kalan krala çevirmişti. Kendisinin ne kadar tehlikeli biri olduğunu belli edebilmek için, "Eğer antlaşmayı fest edersem, ülkeniz büyük bir yıkıma uğrar." derken, Silla kralını aşağılar gibi bir hali vardı. Son sözlerini söylemeden önce yan bir gülüş vermiş, "Değil mi, kral Bang?" demişti.

Kral Chan, diğerinin sözlerinde kendisini hedef aldığını fark edince yavaşça yutkunmuştu. Ne yazık ki haklıydı, karşısındaki kral. Kardeşinin yanlış bir hareket yapmaması için önce onu susturması gerektiğini anlayınca, "Prens Felix, hakkın olmayan konulara atılmaman gerektiğinin farkına var. Ayrıca kelimelerini de seçerek konuş." demişti. Kardeşi diğer kralı sinirlendirirse eğer geri dönüşü olmayan bir yola gireceklerinin farkındaydı.

Two KingdomsHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin