Artık son bölümlere girmiş bulunmaktayız aşklarımmm
Felix'in gidişinin ardından tamı tamına on iki gün olmuştu. Changbin'in düşündüğü gibi o gün güneş daha gökyüzündeki yerini almadan Çin ve Baekje, kendi topraklarına izinsiz girmişti. Köylü halkı yağmalayıp, her yeri yakıp yıkmışlardı. Kral belli başlı asker gönderse bile koskoca orduya karşı bir avuç adam karşı çıkamamış, ortaya dehşeti andıracak görüntüler sergilenmişti. Köyün delikanlıları askerlere çapa ve kürek yardımı ile destek olmaya çalışmış ve böylelikle düşman ordusunu durduramasa bile hızlarını kesmişlerdi.
Çin kralı yaptıkları vahşeti gururla izlerken asıl geliş amacı için köyü ve köylüleri cehennemlerinde bırakıp büyük ordusunun yönünü saraya çevirmişti. Görkemli sarayın önüne geldiğinde sarı dişlerini gösterecek şekilde kötü gülüşü yankılanmıştı. Goguryeo'nun askerlerinin azınlık kısmı sarayın önünde hazır bir şekilde onu bekliyordu.
Çin kralı her ne kadar Changbin'in ortaya çıkması için ortalığı ayağa kaldırsada sarayının terasından onu izlemişti kısa beden. Deli cesaretini kullanıp bir anda karşısına çıkarsa aptallık ederdi. Sabırla bekledi olanları, olacakları.. Komutan Hwang'ın önderliğinde kendi askerlerinin düşman askerler ile çarpışırmasını düz suratla izlese bile içinde bir yerle korku ve telaş yer edinmişti. Askerleri düşmanlarına karşı direnmeye çalışsada maalesef ki sayıca onlardan fazla olmaları büyük bir dezavantajdı. Sarayın içinde bekleyen askerleri elindeki en rütbeli ve güçlü askerlerdi, bu yüzden onları ilk başta dahil ettirmişti direnişe. Saray dışındaki askerleri ise düşmanı beş altı gün oyalamasına rağmen artık güçsüz düşmüşlerdi. Komutan Hwang'a el işareti ile dışarda sağ kalmış ve yaralanmış askerleri sarayın içine almasını emretmiş, saraya gelen bir avuç askeri görmesiyle içindeki korku daha da büyümüştü. Askerlerinin yarısından fazlası yoktu. Ölmüş yada düşman askerlerin eline düşmüş olmalılardı.
Silla'nın hala gelmemesiyle birlikte yardım çağrılarını kabul etmediğini düşünen kral bir hafta kadar sarayın içinde savunmada durdurmuştu askerleri fakat artık atak yapmaları gerekti. Erzakları kalmamıştı, insanlar korku ve endişe ile uyku uyuyamaz olmuştu. Doğrusu düşman kapılarındayken uyku planlarında yoktu ama bedenen ve psikolojikmen çok yorulmuşlardı. Bu bir hafta içinde düşmanlar sarayı koruyan büyük surları yıkmaya çalışsada isteklerine ulaşamamışlardı. Okçular ise sarayın tepelerinden onları oyalama işlemine devam ediyorlardı fakat oklarındaki büyük azalma oranını fark ettiklerinde onlarda kendini geri çekerek sadece beklemeye başladığında Changbin daha fazla dayanamamıştı.
"Artık savaşmalıyız." Yanındaki saray görevlisine söylerken gözü sarayın dışındaki sinirli görünen Çin kralındaydı. "Daha fazla savunmada duramayız. Belli ki Silla'da gelmeyecek, boşuna yardım beklememizin anlamı yok."
"Haklısınız." Minho'da onun gibi dışardaki sürü ordusuna bakarken kralına hak vermişti. Planları tamamen suya düşmüştü. Silla'nın geleceğini ummak artık bir hayal gibi geliyordu ona. Prens ve arkadaşları gittiğinde gerçekten onlara yardım edeceklerini sanmıştı ama sanırım onlar bu gidişi bir kaçış olarak görmüştü. İçten içe sevdiği bedenin böyle düşünmemesini istemişti fakat geçen günlerin ardından Silla'ya dair hiçbir belirti olmayınca düşünceleri doğruluğunun kanıtı niteliğinde olmuştu.
"Silla yardıma gelecek olsaydı çoktan burada olurdu."
Minho'nun söyledikleri ile Changbin gözlerini hafifçe kısırak onaylayıcı bir baş sallayışı vermişti. Prens resmen onu kandırmıştı. Geleceğim demişti ama tamamen gitmişti ondan. Yardım edeceğini sanmıştı fakat kendi düşmanına yardım etmekten ziyade topraklarına geri dönmüştü. Ellerinden usulca kayıp gitmişti, buna da izin veren Changbin olmuştu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Two Kingdoms
FanficFelix, kendi halinde yaşayan Silla krallığının prensi iken; yaşadığı dönemin en gaddar kralına kafa tutarken bulmuştu kendisini. √ Kitaba artık bu hesaptan devam edeceğim.