Yaz, Jungkook'un beklediğinden daha hızlı geçerek havai fişeklerin, gece geç saatlerde yapılan araba sürüşlerinin ve şenlik ateşlerinin bulanıklığına dönüşüyordu. Hiçbir ortaokul yaz tatili bu kadar hızlı geçmemişti! Belki de bunun büyümek ya da yeniden Jimin'in yatağında uyumakla bir ilgisi vardı ama her ne ise, Jungkook bunun durmasını istiyordu.
Haziran, Temmuz ayına kayıyor; tembel yaz geceleri, marşmelov kızartmaları, oynanan video oyunları ve haftalık gezilerine yalnızca bir gün kalana kadar Omega her anını onunla, Jimin'le geçiriyordu.
Jungkook'un gezi için ihtiyacı olan her şey terk edilmiş odasındaydı. Penceresinin hemen önüne yerleştirilmiş çirkin bir bahçe cücesine takılmak dışında -Jungkook burada yaşarken o süs orada değildi- gizlice içeri girmek hâlâ basitti. Fark edilmeden parmak ucunda dolaşmak, eşyalarını çantasına atarken her adımında gıcırdayan parkeye dikkat etmek ise işin zor kısmıydı.
Jungkook, dolabını açıp tozlu alandaki her bir yumuşak tişörtü -hatta spagetti lekeli olanı bile- alırken elbise askıları birbirine takılıyordu. İçinde rahat olamayacak kadar ona iki beden küçük gelen, dördüncü sınıftan kalma tişörtlerinden birini alıp omzunun üzerine fırlattı. Bunu eğer kampta ateşi yakmak için kullanmazsa kulübesinde bırakacaktı. Belki de başka bir kullanım alanı bulurdu.
Jimin'in annesi onları her zaman gezi hakkında uyarıyordu. Yarın saat tam altıda Jungkook ve lisenin geri kalanı birkaç seyahat otobüsünden birine binecek ve Kırlangıç Gölü'ne gideceklerdi. Göl, hiçliğin ortasında sıkışmış, telefonların çekmediği ve kilometrelerce yol alan bir dizi ağaca sahip parklardan biriydi. Ormancılığın yayılması, çılgınca şeylerin olmasının ana nedenlerinden biri bu parklardı çünkü derinlere daldığınızda, başkalarının sizi avlaması zor oluyordu. Pek çok öğrenci parkta ağaçlara yaslanmış şekilde bekaretlerini kaybediyor, diğerleri ise parkın ünlü gölünün yanındaki Kırlangıç Şelaleleri'nde esrar veya sigara içerken kafayı buluyordu.
En önemlisi ise, tıpkı Jimin'in ona bir parmağını havaya kaldırarak söylediği gibi, oraya vardığında ne getirersen onunla geçiniyordun. Eğer Jungkook iç çamaşırı getirmeyi unutursa, o zaman iç çamaşırsız kalırdı. Neyse ki onun yedek bir planı vardı. Böyle bir şey olursa, Jungkook gizlice Jimin'in çantasına girer ve ondan bir tane çalardı. Omega son zamanlarda fark etmişti ki, ikisi de aynı beden iç çamaşırı giyiyorlardı.
Iron Man iç çamaşırını, düz kısa kollu gömleklerini ve diğer tüm rastgele şeyleri çantasına doldururken Jungkook'un kulakları alt kattan duyduğu bir sesle dikleşti. Ayak sesleri mutfağa doğru gitmiş, duraksamış ve daha sonra bulaşık makinesinin uğultusu duyulmuştu. Birisi kahve makinesinin düğmesine basmış, derin bir iç çekmiş ve yeniden yerine oturmuştu. Şimdilik, güvendeydi.
Jimin, açık pencereden başını uzatarak sanki Jungkook'un duvarlarına yazılmış yabancı bir dil görmüşçesine kısık gözlerle havayı koklayarak varlığını belli etti. "Burası hâlâ senin gibi kokuyor, Kook."
Jimin, umut verici bir yolculuğa motive olmak için kuaföre gitmeye ve saçlarını kiraz çiçeği pembesine boyamaya karar vermişti. Saçlarını boyattığı gün, Jungkook Jimin'in yatağında yatarak telefonunda bir tür savaş gemisi oyunu oynuyordu. Oyununu yeniden yüklemeye çalışıyordu ve yedinci kez öldüğü için de hayal kırıklığına uğramıştı ama daha sonra, Jimin bir elini saçlarının arasından bilinçli bir şekilde geçirirken yanından geçmişti.
"Pembe mi?" diye sormuştu Jungkook kurumuş diliyle. Jimin de onun kalça piercinglerine bakarken böyle hissetmiş olmalıydı, pantolonu biraz fazla sıkı hissettirecek şekilde.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
cherry | jikook [türkçe] ✓
Fanfic"Jimin ve Jungkook, bilinmeyen bir kaderle birbirlerine bağlanmış ve komşu olarak yetişmişlerdi. Ve büyüdüklerinde ise, her ilişki gibi, onlarınki de kaçınılmaz bir şekilde değişmişti." uyarı: Bu hikayede argo, cinsel içerik ve uyuşturucudan bahsedi...