***
Gözlerimi zorlukla açtım, hala ışıklar yoktu. Karanlığa alışmış gözlerim etraftaki şeyleri biraz olsun daha net görür olmuştu.
Çok korkuyordum, çocukluğumdan gelen bu korkunun nedeni hafızamdan silinmiş olsa da korkum hiçbir zaman azalmamıştı, burada bir dakika bile durmak zorken dün geceden beri burada kilitliydim. Tüm gece ağlayıp uyumaya çalışmıştım ama yine de uyuyamamıştım. Karnımın gurultusuyla bacaklarımı kendime doğru çektim.
Buraya neden gelmeme izin vermişti annem? Para mı vermişlerdi, tehdit mi etmişlerdi? Ne kafamdaki sorulara ne de şu anki duruma bir çözüm bulabiliyordum.
"Korkuyorum." Kollarımı birbirine doladım ve aklımdan geçen bir şarkıyı mırıldanmaya başladım.
"Geçecek bir gün, şüphesiz, kesinlikle." Boğazımdan bir hıçkırık kaçtı.
"Geçece-" Ellerim hızla yüzüme gitti ve ağzıma koyup ağlamamak için nefesimi tuttum.
Kapı birden gürültülü bir biçimde açılınca heyecanla ve aynı anda korkuyla kapıya baktım. Bu sefer ne olacak diye düşünürken içeri aynı benim gibi bir eşyaymışçasına atılan bedenle ayağa kalktım.
Jungkook...
Kafasını kaldırıp etraftaki karanlığa alışmaya çalışırken hızla yere çöktüm ve kollarımı beline dolayıp kafamı göğsüne yasladım. Onun varlığı buradaki yalnızlığımı bitirecekti.
"Jungko-" Sesimi duyduğu gibi beni daha da kendisine çekti ve kollarını sırtıma dolayıp kafasını saçlarıma gömdü.
O da mı korkuyordu karanlıktan?
"İyi misin Jimin?" Kafamı salladım ve titrek bir nefes aldım. Gözleri odadaki tek aydınlık yerdi şu an.
"Sen nasıl geldin buraya? Noluyor Jungkook?" Farkında olmadan yerden kalkmış benim yatağıma oturmuştuk beraber. Ellerini saçlarından geçirdi ve derin bir nefes aldı.
"Sen gittikten sonra rahat rahat konuşabildik sayende, tüm dinleme cihazlarını kırdın. Namjoon hyung buraya gönüllü girmemiş aslında. Sadece bu adamın yanında çalışacakmış ama sonra işlerin bu boyuta ulaşacağını anladığından deneye sokmuşlar konuşamasın diye." Kaşlarım çatıldı ve ayaklarımı kendime doğru çekerek devamını dinledim.
"Bize enjekte edilen madde eğer işe yararsa tüm insanlara sunulacak. Gördün sen de olağanüstü güçler sağlıyor, zihninle eşyaları hareket ettirdin Jimin. Ben ışınlanıyorum ve bunu tüm insanlar kullanabilecek. Suçların ne kadar artacağını düşünsene." Yanaklarımı şişirdim ve çaresizlikle gözlerimi ona çevirdim.
"Ne yapabiliriz ki Jungkook?" Gülümseyerek bana döndü.
"Kaçacağız, şu an onlardan daha güçlüyüz. Diğerleri de güçlerini keşfettiği zaman bir yolunu bulacağız, ben buraya senin için geldim." Gülümsedim, iki gün olmuştu ama Jungkook'a yakın hissediyordum. Her ne kadar baştaki aptalca tavırları gözüme batmış olsa da şimdi benim yanımda olmaya çalışması rahatlatıcıydı.
"Işınlanma mı demiştin?" Gülümseyerek sorduğum soruya karşın utanarak başını eğdi. Elimi omzuna koydum ve kapıya baktım.
"Şimdi dışarı ışınlanıp yemek getirebilir misin?" İlk önce ciddi ciddi kapıya baktı, ciddiye almasına gülerken birden elimin altındaki beden kaybolunca ağzım açıldı.
Ben daha etrafıma bakınıp olayı kavramaya çalışırken Jungkook'un tekrar aynı yerde belirmesiyle gözlerim daha da açıldı.
"Buyurun efendim." Elindeki tepsiye kaydı gözlerim, birçok çeşit vardı. Heyecanla üstte duran bir meyveyi aldım.
"Burada büyük bir mutfak var, şerefsizler seni aç mı bıraktı?" Kafamı sallayıp ağzıma tıkıştırdığım onca şeyle konuşmaya çalıştım.
"Sen buradan kaçabilirsin istesen, değil mi?" Kafasını salladı ve bana su uzattı gülerek.
"Ama hep beraber çıkıp kayıplara karışmalıyız." Sırtımı dikleştirdim ve sırıtarak ona baktım. Madem gücünü bana karşı gösteriyordu ben de aynı şekilde karşılık vermeliydim. Kendimi odaklayıp Jungkook'un yaslandığı yastığı kaldırmaya çalıştım.
Başımın ağrıdığını hissedince bırakacakken Jungkook huylanmış gibi biraz sırtını kaldırdığı an ağırlığın kalkmasıyla yastığı hızla oradan çektim ve kollarımın arasına girmesini sağladım.
"Oha!" Onun şaşkınlığıyla gülmeye başlamışken onun da gülmesiyle duraksadım ve onu süzdüm hızlıca.
Güzeldi.
Bir an kendimi unutup onun için üzüldüm, benden iki yaş küçüktü. Daha çok korkmuş olmalıydı. Kendimle gurur duydum yüzünü güldürebildiğim için. Burada olduğu sürece ona fazladan ilgi göstermeliydim. En küçüğümüzdü sonuçta.
"Jimin, çok iyiydin." Gülmekten zorlukla konuşsa da hala belini ovuyordu, birden kendini yaslayınca demire çarpmıştı. Yastığı tekrar kaldırıp arkasına yerleştirince rahatça yaslandı.
"Bana hyung demelisin." O an yüzündeki gülümseme dondu ve gözlerini gözlerime çıkardı. Göz göze gelince hemen başka bir yere döndürdüm kafamı.
"Demem." Kısa cümlesine karşın tekrardan ona döndüm bu sefer ben diktim bakışlarımı ona.
"Niyeymiş o?" Ellerini saçlarından geçirdi ve yanaklarını şişirdi.
"Hyungum olmanı istemiyorum." Beklemediğim ifadesi beni dumura uğratmıştı. İstemsizce elim ağzıma gitti ve dudaklarımı birbirine bastırdım. Jungkook ise ellerine bakıyordu.
"Sen bana hyung diyebilirsin." Güldü kendi dediğine, az önceki ortam bozulmuş ben de gülmüştüm.
"Jungkookie hyung?" Gülerek söylediğim şey çok hoşuna gitmiş olmalıydı ki tekrar tekrar söyletti bana.
O gece bir önceki gecenin aksine daha rahat ve daha huzurlu geçmişti. Tüm gece Jungkook ile konuşup bol bol gülmüştük.
--
Üç gunde üç bölüm mu hiç benlik davranışlar değil LEHEMDUDBEMDUDBD
Yine kontrol etmedim
ŞİMDİ OKUDUĞUN
The Game | Jikook
FanfictionKim Sung Woon, tüm halkın defalarca haberlerde gördüğü gizemli bilim insanı, yeni deneyi için devletten izin almayı başarmıştı. ~Jikook, Namjin, Taegi~ 15.10.20/09.04.21