Bölüm 1

888 98 50
                                    


Uçağın kalkmasına henüz beş saat vardı. Dışarıdaydım, yakın zaman önce gözümde ihtişamını yitirmiş tüm o caddelere bakarak yürüyor, o tanıdık kaldırımlardan geçiyordum. Kafamda bastırmaya çalıştığım tüm o sesler, diyaloglar ve anlar her adımda daha da üzerime geliyor gibiydi. Birkaç aydan fazla olarak planladığım bu yolculuk için henüz bavulumu hazırlamamıştım. Sanırım içimde bir şeyler hala gidiyor olduğuma inanmak istemiyordu.

 Duygularım ve mantığım sanki iç içe geçmiş, hem aynı yolda yürüyorlar hem de sırtları birbirine dönük iki yabancı gibi yaşıyorlardı içimde. Ne garip. İnsan, bu kadar mı anlayamazdı kendini? Yıllarca uzak kentlere, bambaşka kültürlerin doğup sonra yeniden tarihe geçtiği yerlere gidebilmenin hayalini kurmuş, bunun için hep daha çok çalışmıştım. Bir sabah hiç bilmediğim bir ülkenin, yine hiç bilmediğim bir şehrinde gözlerimi açmak ve yeni gelen günü gülümseyerek karşılamaktı hayalim. Kilometrelerce uzakta, bambaşka hayatlar vardı. Ve benim en sevdiğim şey; elimi uzatabildiğim tüm hayatları tanımak, onlara dokunmaktı. Çünkü her yeni insan, yeni bir hikaye demekti.

 Şimdi, tüm bunlara saatler kala neden hala bu kadar hazırlıksız hissettiğimi bilmiyordum. Dakikalar geçip giderken, kendime sorduğum ardı arkası kesilmeyen bu sorulardan sonra içimdeki anlamsız durgunluğun sebebini -her ne kadar görmezden gelmeye çalışsam da - farkettim. Eğer yarım kalmış bir hikayeyi tamamlayamazsan, bir yenisine asla başlayamazsın. Yapmam gerekenin ne olduğunu biliyordum. Usul usul çiseleyen yağmur, sanki zihnimde sonlandırdığım karmaşayı biliyormuşcasına bir anda hızlanmıştı. Kirpiklerime düşen damlalar her ne kadar önümü görmeme engel olsa da, ezbere bildiğim bu kaldırımlarda adımlarımı hızlandırdım. Önüme gelen ilk kafenin önünde durdum ve hızlıca içeriye girdim. Aynı zamanda yağmurdan korunmaya çalışan birçok insan da hemen arkamdan içeriye girip, sıcak bir yer arıyorlardı kendilerine. Oysa ben kendime en yakın gördüğüm o ilk masaya oturdum. Her zaman yanımda taşıdığım o siyah kaplı defteri ve gümüş grisi kalemimi çıkardım. Ve yazmaya başladım.

Seni ilk gördüğüm günü anımsıyorum. Hayat olağan akışında ilerlerken, bir an durdum ve etrafımda yüzlerce ışık yandı sanki. Meğer, hiçbir şeyin eksik olmadığını sandığım hayatımın tam ortasında kocaman bir boşluk varmış, sen tamamlayınca anladım. Tüm mutluluklarımı sana adadım, içimden gelen tüm güzel hisleri sana söyledim, en güzel gülüşlerimi yalnızca sana sakladım. Hatırlıyor musun, bir gün o duvarın üzerinde otururken sana şunu söylemiştim.

 "Eğer bir gün seni tanıyacağımı bilseydim, daha önce üzüldüğüm şeylere belki o kadar da üzülmezdim." 

Yaşananlardan sonra bu cümleyi defalarca kez içimden tekrar ettim. Aynı sahneyi onlarca kez tekrar oynattım kafamın içinde. Evet, doğruydu. Çünkü bana yeniden yaşadığımı hissettirdin. Ezbere bildiğim bütün doğruları değiştirip, yeni baştan yarattın. Hayatın farklı taraflarından da dünyaya bakabileceğimi gösterdin. Bana aşkı öğrettin. Birini koşulsuz sevmenin en güzel ve en acı taraflarını anlattın. Bir yabancı, nasıl bu kadar kısa sürede hayatıma dokunabilirdi, sen dokundun. Yaşanan onca şeyden sonra geriye dönüp baktığımda, bunca güzelliğin tek bir günde nasıl darmadağın olduğunu bir türlü kabullenememiştim, ta ki bugüne kadar. Mutluluk bir yalandı, gerçekliğine inandığım. Kızıyorum kendime ama bir yandan da kendi ellerimi omzuma koyuyor, dağ oluyorum. Çünkü benim en yaralı çıktığım savaşların hepsi, kendimle olanlardı hep. Bu yüzden sana sitem etmeyeceğim. Artık bunun için bile çok geç. Aylar sonra bir karar verdim. Bu ikimiz için de en doğrusu. Başta aynı şehire sığamayız diye düşündüm. Sonra hepsinde olduğu gibi bunda da yanıldığımı anladım. Çünkü yüzün, gökyüzünde. Bu yüzden; sesimin, gülüşlerimin, hüzünlerimin, kısaca beni ben yapan her bir detayın bu sokaklardan silinerek unutulacağı kadar uzağa gidiyorum.

 "Benim için gülümser misin bir kez?" demiştin. Hatırlamamak isterdim. Tek bir cümlesini bile hatırlamadan hayatıma devam etmek isterdim. Sana son kez bu satırların arasından gülümsüyorum. Kendine iyi bak demeyeceğim, çünkü sen kendine hep iyi bakıyorsun zaten. Hoşça kal.

-Mahur

Sayfaları hızla defterden koparıp katlayarak zarfın içine koydum. Ardından kalemimi havaya kaldırıp kısa bir süre baktıktan sonra onu da zarfın en dibine bıraktım. O çok sevdiğim kalemi bile unutmak, ardımda bırakmak istiyordum. Hemen olduğum yerden ayrılıp bir taksiye atladım. Gözümden akan yaşlar, yağmur damlalarıyla karışarak iniyordu yanaklarımdan. Bir önemi yoktu. Araba söylenen yere yaklaştığında, evin camlarını kontrol ettim uzaktan. Işıklar yanmıyordu. 7 numaralı posta kutusunu buldum ve zarfı içine bıraktım. 

İMZA: MAHURHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin