Bölüm 3

267 72 42
                                    

Sesin geldiği yöne doğru başımı çevirdim. Biraz başım dönüyor gibiydi, son zamanlarda sık sık tekrarlandığı gibi. Kalabalığın içinde aceleyle koşturan insanlar, bulanık birtakım silüetler olarak görünüyordu gözlerime. Sanırım, yanlış duymuştum. Tekrar önüme dönüp yürümeye devam ettim. Son defa pasaport kontrolünden geçtikten sonra telefonumu çıkarıp, hattımı içerisinden aldım. İki yanından bastırarak kırdım ve en yakındaki çöpe atmak için etrafa bakınıyordum. Yeniden duyuldu ses.  

"Mahur! Bekle lütfen."

Hızla etrafıma bakındım. Göremiyordum kimseyi. Ses de ayrıca hiç tanıdık değildi. Sağıma, soluma, yanımdan geçen her bir insanın yüzlerine baktım. Hiçbiri adımı, kim olduğu biliyor gibi değildi. Bilmelerine de imkan yoktu zaten. Gittiğimden de kimsenin haberi olmadığına göre, yorgunluğun verdiği bir yanılgıydı bu ses. İlerlemeye devam ettim. Uçağın merdivenleri iniyor, son geçiş kapıları açılıyordu artık. Biraz beklemeden sonra koltuğumda yerimi almıştım. Yaklaşık üç saat sürecek olan bir uçuştu. Sonuna yaklaşmış olduğum kitabımı hemen çıkarıp elime aldım. Bitirmek için geç bile kalmıştım. Ancak seyahatimle alakalı geçen uykusuz ve yorucu günler, bitirmeme asla fırsat vermemişti. Ayracı kaldığım yerden tutup, avucumun içine sıkıştırdım ve okumaya başladım.

"Sizce Marguerite, Armand'ın aşkına karşılık vererek ona iyilik mi ediyor, yoksa kötülük mü?"

Başımı sol tarafa çevirdiğimde yan tarafımda oturan bir beyefendinin gülümseyerek bana baktığını gördüm. 30'lu yaşlarda, kumral, saçları kısa ama hafif dalgalı, kibar görünümlü biriydi.

"Kitabın başlarında kadının ölümüyle Armand'ın ne kadar acı çektiğini düşününce, ona kötülük ediyor olduğunu hiç şüphesiz görebiliriz."

"Yani diyorsunuz ki, Marguerite ona asla karşılık vermemeliydi."

Sustum ve kitabı kapatıp önüme döndüm.

"İlginç." dedi adam tekrar.

"Burada ilginç olarak gördüğünüz düşünce nedir?"

"Size baktığımda son derece naif, kırılgan, bir o kadar savaşçı, duygusal bir hanımefendi görüyorum. Ve böyle hanımefendiler genellikle aşktan yana olurlar, değil mi? Hatta Armand'a teşekkür bile edebilirler, ölüm arefesindeki bir kadına kısa sürede olsa gerçek aşkı yaşattığı için."

"Okuduğum kahramanların içerisinde Marguerite'den daha bencil bir kadın gördüğümü sanmıyorum! Kadın ya da adam ne farkeder ki? Hastasın, kısa bir süre sonra öleceksin. Ve bunu bile bile kalbini birisine açıyorsun. Saçmalık!" dedim sesimin yükseldiğini farketmeden.

Derin bir nefes alıp devam ettim.

"Aşk, bu kadar acımasız olmamalı."

"Anlıyorum. Yani diyorsunuz ki aşk, nerde durması gerektiğini bilmeli. Marguerite adamı çok sevse de ondan uzak durmalıydı. Peki, belki kızacaksınız ancak söylemeden geçemeyeceğim. Kitabın sonunda Marguerite, bunu yapıyor. Uzak duruyor adamdan." Dedi.

Sinirlenmiştim ancak elimden geldiğince bunu belli etmemeye çalıştım. Ve bir cevap vermem gerektiğini biliyordum.

"İş işten geçti bir kere." Dedim ve ekledim:

"Siz Kamelyalı Kadın'ı çok seviyorsunuz anlaşılan. Buyrun, kitabı size hediye etmek isterim."

"Çok incesiniz, ancak ben de zaten mevcut." Diyerek bilgisayar çantasının ön cebinden kitabı çıkardı. Çok şaşırmıştım. Şaşkınlığımı farketmiş olacak ki ara vermeden sözlerine devam etti.

"Bence siz, aşkın bu haline kırgınsınız. Öfkeniz, Marguerite'ye değil. Bu sebeple kitabın sizde kalması daha güzel oldu."

"Teşekkürler. Bu arada ben Mahur, memnun oldum."

"Aral, ben de memnun oldum."

Kitabı çantama koyma bahanesiyle önüme döndüm. Sağa baktım, uçsuz bucaksız bulutlara. Aral'la yaptığımız kısa muhabbet, zihnimin içinde bir şeyleri harekete geçirmiş olacaktı ki, sakin ve rahat tavrımdan eser kalmadı. Gergindim. Yaptığım yorumları düşündüm. Aslında haklıydı. Öfkem, ne kitaba ne de Marguerite'ye idi. Hatta bu zamana kadar birçok kez okuduğum ve arkadaşlarıma önerdiğim tek kitaptı Kamelyalı Kadın. Aşkı doğrudan, acısıyla tatlısıyla, çarpıcı bir dille vurguluyordu okuyucuya.

O sırada hostes sıcak içeçek ikramı yapıyordu ve Aral aldığı iki kahvenin birini bana uzatıp gülümsedi. Kahveyi elinden alırken soran gözlerle bakıyordum.

"Aynı zamanda kahveyi çok seven birine benziyorsunuz," dedi gülümseyerek.

"Tereddütsüz tahlilleriniz hayranlık uyandırıyor," diye karşılık verdim.

Bir kinayeydi aslında, çünkü böyle cesur hareketleri bana yapıldığı zamanlarda sevmezdim.

Kahveyi içerken geçen zamanın ne kadar olduğunu hatırlamıyorum ancak pilotun anonsuyla beraber birazdan inişe geçeceğimizi farkettim. İçimde bambaşka bir heyecan uyandı birden. Yıllar boyunca görmek için can attığım yerlerden birine gelmiştim. Buranın bambaşka bir ruhu vardı, yalnızca fotoğraflarına bakarak ezberlediğim sokaklarının görüntüsünden bile anlaşılıyordu.

Emniyet kemerlerimizi yeniden taktık ve iniş süresi bitene kadar gözlerimi hiç açmadım. On dakika sonra piste inmiştik ancak havalimanındaki yoğunluk sebebiyle uçağın içinde birkaç dakika beklememiz gerekiyordu.

"Eğer özel değilse, buraya gelme sebebiniz nedir?" dedi Aral.

"Büyükannemi ziyarete geldim. Artık çok yaşlandı, ve yalnız yaşıyor. Biraz ona eşlik edeceğim. Ya siz?"

Kulaklarıma inanamıyordum. Nasıl bir yalandı o söylediğim, nasıl da gerçekçi bir yalan! Ne ara böyle umarsızca ve ustaca yalan söyleyebilen biri haline geldim?

"Kız kardeşim Defne'yi ve eşini ziyarete geldim. Eşi, bir İspanyol. Ancak evlendikten sonra buraya yerleştiler. Ara sıra gelmezsem çok özlüyorum onları."

"Ne güzel."

Kısa bir süre sonra hosteslerin duyurusuyla yerlerimizden kalktık. Eşyalarımı toparladım ve merdivenlerden aşağı inmeye başladım. Hafif bir rüzgar vardı, güzel hissettiriyordu. Meraklı gözlerle etrafıma bakarak yürümeye başladım. Aral'ın da hemen arkamdan yürüdüğünü hissedebiliyordum.

"Benim aracım hazır bekliyor. İsterseniz sizi büyükannenizin evine bırakabiliriz."

Düşünceli bir şekilde ona bakıyordum. Asıl düşündüğüm şey gerçekten de nereye gideceğimi bilmiyor olmamdı.

İMZA: MAHURHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin