Yaklaşık beş dakika sonra eve varacaktım. Telefonun ekranına bakarak saati kontrol ettim. Üç saatim kalmıştı. Bir çırpıda hazırlayacağım valiz için yeterli bir zamandı, yeter ki evime son bakışı atarken dalıp gitmeyeyim. Bir de Ela vardı tabi. "Umarım vedalaşırken kendini fazla yıpratmaz." diye geçirdim içimden. Çünkü onun üzülmesi, benim de üzülmem demekti. Oysa kendimi sonsuz şekilde rahatlamış hissediyordum. Bunun üzerine hiçbir şeyin beni üzmesine izin veremezdim artık. Taksiden iner inmez sessiz adımlarla eve yaklaştım. Anahtarlarımı ararken Ela hızlı bir şekilde kapıyı açtı.
"Saatlerdir neredesin Mahur?"
"Biraz hava almak iyi geldi. Yağmurda yürümeyi sevdiğimi biliyorsun, bu fırsatı kaçıramazdım."
"Yalnızca yarım saat sonra gelecektin. Kaç saattir neler düşündüm haberin var mı? Telefonları da açmıyorsun. Hoş, ne zaman açtın ki zaten?"
"Ela, lütfen yapma böyle. Zaten her şey yeterince zor, bir de sen yükünü koyma omuzlarıma."
"Sen benim ne kadar üzgün olduğumu biliyor musun? Kendi koyduğun yükün nasıl olduğunun farkında mısın?" Ağlıyordu. Hayal kırıklığına uğramış gibi bakıyordu gözleri.
"Biliyorum, ama şimdi beni iyi dinlemeni istiyorum. İki yıl sonra belki kendimi en iyi hissettiğim andayım. Neler yaşadığımı biliyorsun. Her bir anımda yanımda olduğun için sana ne kadar teşekkür etsem az kalır. Eğer benim mutlu olduğumu görmek istiyorsan, lütfen üzülme. Mutlu bir veda olsun. Ne de olsa geri döneceğim. Ben gelene kadar evimize iyi bak, olur mu?"
Gülümsüyordum ve bu oldukça içtendi. Söylediklerim beni mutlu etmişti. Çünkü 7 numaralı posta kutusuna yaptığım o kısa ziyaret, içimde yanan her şeyi buz gibi bir dalgayla alıp götürmüştü sanki.
"Kendi adıma her şey için söz verebilirim, çünkü sen benim dostumsun. Ne kadar uzağımda olursan ol, hep yan yana olacağız. Yalnız, sizinkiler konusunda bana büyük bir sorumluluk yükledin. Umarım fazla sinirlenip peşinden gelmeye kalkmazlar." dedi Ela, dolu gözleriyle bana bakarken.
Sustum. Söyleyecek bir şeyim yoktu. Gözlerimi ondan kaçırıp odama geçtim. Günler öncesinde yaptığım listeyi elime alarak gerekli olan tüm kıyafetlerimi, ayakkabılarımı, aksesuarlarımı, çocukluk fotoğraflarımın olduğu albümü ve tabi ki kitaplarımı valizime yerleştirdim. Hangi kitapları yanımda götüreceğime karar vermek, yerleştirme listemin içinde en zor olanıydı sanırım. İki gece bu yüzden uykusuz kaldım. İnsan, hayatında her şeyin yerli yerinde olduğu zamanlarda kendine şu soruyu sormayı akıl edemiyor hiç:
"Eğer bir gün uzun bir yolculuğa çıkacak olsam, hangi üç kitabı yanıma alırdım?"
Valizi hızlıca kapatıp kozmetik ürünlerimi de hızlıca kenar ceplere yerleştirdim. Bilgisayarımı ve gerekli diğer her şeyi sırt çantama çoktan koymuştum. Odadan çıkmadan önce yapmam gereken son bir şey daha vardı. Masamdaki küçük çekmeceyi açtım ve mavi simli zarfı elime aldım. Islatıp kapatmadan önce son bir kez mektubu elime aldım.
Canım Ela,
Gidişimin üzerinden kaçıncı saatte, günde veya haftada bu odaya uğrayıp bana olan özlemini gidermek için bu yatağa oturacaksın, bilmiyorum. Ancak eğer şuan bu satırları okuyorsan ve şaşırarak gülümsüyorsan, tahminlerim doğru çıkmış demektir. Evet, bir mektup da senin için bıraktım. Çünkü her zaman olduğum gibi, vedalaşırken de duygularımı açıkça belli edemeyeceğimi biliyorum. Ve sen de biliyorsun ki duygularımın, düşüncelerimin en gerçek ve canlı yansımaları her zaman satırlarımda kendini göstermiştir. Yıllar yılı bana eşlik eden o güzel dostluğunu, hiç kimseye ve hiçbir şeye değişemem. En zor anlarımda her zaman bir çift gözdün, gözlerimin içine bakan. Bir çift sıcacık eldin, ellerimi tutan. İyi ve kötü, doğru ve yanlış her ne yaptıysak beraberdik bunca yıl. En doğru seçimlerimizde beraber kadeh kaldırıp, en yanlış seçimlerimizde yine beraber o arabayı manzaraya çekip uzun uzun ağladık. Sen benim ailemsin. Sen benim en yakın dostumsun. Binbir çeşit hayallerle kurduğumuz bu evde, belki şuan yalnızsın ancak bil ki geri döneceğim. Yalnızca biraz uzaklık lazım. Unutmam lazım. Kendimi yeniden bulmam lazım. Yitirdiğim her bir parçamı daha güçlü bir şekilde geri getirebilmem lazım. Eğer O'ndan bi haber gelecek olursa, lütfen bana söyleme. İki yıldır gelmeyen haberin, bir izin, bir sesin bundan sonra da gelmesini istemem. Bir lüzumu kalmadı. Sana güzel kartpostallar göndereceğim gittiğim her yerden. Koleksiyonuna eklersin. Anneme ve babama, en kısa sürede onlara da yazacağımı söyle. Seni çok seviyorum. Hep çok seveceğim.
-Mahur
Ela odaya gelmeden önce apar topar mektubu zarfa tekrar koyarak, kitaplığımın en üst rafına bıraktım.
"Mahur, hazır mısın? Hazırlandıysan gel, bak ne yaptım!"
"Son kez içmesek içine sinmezdi, değil mi?" dedim gülerek.
"Bu defa daha acı bir kahve yaptım, hatırı kalıcı olsun." dedi kahkaha atarak.
Gülen gözlerinin içindeki hüznü görebiliyordum. "Keşke seni de götürebilsem." diye fısıldadım içimden. Sonra yalnız gidecek olmamın en doğrusu olduğunu hatırlattım kendime. Çünkü bir noktada, hepimiz yalnızdık. Bazı savaşlarımız vardır hayatta, tek başına çözülmesi gereken. Bu, onlardan biriydi. Hiç tereddütsüz!
Kahverengi kaşe kabanımı ağır ağır üzerime geçirirken evin köşelerini süzüyordum gözlerimle. Ela, çapraz askılı çantamı kafamın üzerinden geçirirken kollarımdan sıktı ve:
-En azından nereye gideceğini söyleseydin. Yalnızca bana söyleseydin. Çok merak ederim, biliyorsun!
-İlk gittiğim yerden sana yazacağım, o zaman anlarsın. Söz veriyorum.
-Bekliyorum. Ha bu arada, belki romanını yazmaya da başlarsın oralarda. Çok az kaldı demiyor muydun?
-Bir ilham perisi bulursam, neden olmasın!
Gülümsüyorduk. Bakışlarımız bizden daha çok konuşuyordu aslında. Ela'ya sımsıkı sarıldım. O sırada taksinin korna sesi duyuldu. O da en az benim kadar acele eder gibiydi. Eşyalarımı taksiye yerleştirdikten sonra havaalanına kadar olan yolda hiçbir şey düşünmeden camdan dışarıyı izliyordum.
Bazı günler vardır, insanın hayatında. Uyandığın andan itibaren bilirsin, hayatındaki çarpıcı günlerden biri olacağını. İşte öyleydi. Havaalanında gerekli kontrollerden geçtikten sonra terasa çıkıp derin bir nefes aldım. Beyaz tüylü defterimi çantamdan çıkardım ve şu notu düştüm: "Gülümse. Sadece kendin için!" Kendi uçağıma ait anonsu duyar gibi olunca defteri yeniden çantama koyup terastan ayrıldım. Artık son kapıya doğru yönelmem gerekiyordu. Pasaportumu ve pulu aynı anda elime almak için uğraşırken arka tarafımdaki kalabalığın içinden bir ses duydum.
"Mahur!"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İMZA: MAHUR
Fiction généraleBir sabah hiç bilmediğim bir ülkenin, yine hiç bilmediğim bir şehrinde gözlerimi açmak ve yeni gelen günü gülümseyerek karşılamaktı hayalim. Kilometrelerce uzakta, bambaşka hayatlar vardı. Ve benim en sevdiğim şey; elimi uzatabildiğim tüm hayatları...