'7

194 31 32
                                        


suya atladığımda bedenimi şoka uğratan acının ve siyah pelerinli bedenin başrollüğü paylaştığı yorucu rüyaların ardından gözlerimi açtığımda hiç dinlenmemiş hissediyordum. dün eve geldiğimizde ben yarı uyur yarı uyanık haldeyken babamın tıpkı bu eve ilk geldiğimde yaptığı gibi beni yıkamasına söylensem de şimdi minnettardım. kaslarımdaki ağrı gram eksilmemişken bedenimdeki kül tabakasıyla savaşamayacağımı biliyordum.

mezarımdan kalkıyormuş gibi hissederek yatağımda doğruldum. dün sabah başımın üzerinde asılı duran bardak şimdi köşedeki masanın üzerindeydi. şansımı denemekten zarar gelmeyeceğini düşünüp tekrar hareket ettirmeye çabalasam da kımıldamadı bile. gözlerimi devirdim ve bacaklarıma saplanan yabancı ağrıları görmezden gelmeye
çabalayarak yüzümü yıkamaya gittim.

tabutumdan çıkmış gibi görünmeme şaşırmadım, tam olarak hissettiğim gibi görünüyor olmak iyi yanda kötü bir şey sayılmazdı.

odamdan çıkmak istemesem de shotaro isimli kurdun ne durumda olduğuyla ilgili içimde başgösteren endişelerime yenik düşeceğimi biliyordum. tanımadan ateşe verdiğim bir beden için endişelenmek, dün kendi bedenimin yaşadığı garip şeyleri ya da ormanda gördüğüm garip giyimli kurdu düşünüp çıkmaz korkular içinde yüzmekten daha iyiydi.

sessiz olmasını umduğum bir şekilde kapımı açıp koridora süzüldüğümde etrafı dinledim. aşağıdan gelen minik kıpırtılar haricinde ses yoktu ve etrafa ferahlatıcı bir nane kokusu hâkimdi.

dün alev aldığım küçük mutfağı es geçip merdivenlere yürüdüm. hâlâ babamın üzerime geçirdiği birbiriyle uyuşmayan pijamalarımla olmamın ya da kokumun bir önemi olduğunu sanmıyordum. dün beni dev bir yaratığa çeviren kurdumun buna da el atmış olması muhtemeldi.

her ne kadar babam şeytanımın bencil olduğunu söylemişse de içten içe onun galip çıkmasını, en azından yenilmemesini istemek benim suçum değildi. çocukluğumu büyücülerin arasında, onlardan biri olmaya çabalayarak geçirdiğim gerçeği beni bunu istemeye itiyordu. deli gibi korkup şeytanımı beslememe sebep olan şeyin, şeytanımın yenileceği düşüncesi olduğunu anlamıştım artık.

"baba?" dedim büyük mutfağa yaklaşmayı reddederek. kıpırtılar durup adım sesleri yaklaşırken mutfak kapısında gülümseyen babamı gördüğümde farkında olmadan kastığım bedenimi gevşettim. güven verici bir yapıya sahip olmasına hayrandım, koca bir şehri yıktığımı söylesem bir şekilde düzeltebileceğimize beni ikna edebilecek gibiydi.

"uyanmışsın. nasıl hissediyorsun?"

gözleri bedenimde gezinirken omzumu silkip ellerimi bedenimi daha iyi görmesi için iki yanıma açtım.

"nasıl görünüyorsam öyle hissediyorum." dedim.

gülümsemesini kaybetmeden yanıma geldiğinde gözlerimi kaçırdım. dün birçok şeyi batırmış olabilirdim, bu yüzden yüzüne bakamıyordum.

ben yanarken elimden tuttuğunu hatırladığımda gözlerimi etrafta gezdirmeye son verip ellerine uzandım. sol elindeki sargının üzerinde canını yakmamaya çalışarak parmaklarımı gezdirmeye başladığımda hızla elini geri çekti.

"acımıyor, merak etme."

buna inanmamı bekleyemezdi. avcundaki pişmiş et kokusunu hâlâ alabiliyordum.

"shotaro?" dedim ismini doğru telaffuz ettiğimden emin olmayarak. babamın avcu böyleyse onu tahmin bile edemiyordum.

"iyi olacak."

beni avutmaya çalıştığını, üzülmemi istemediğini biliyordum ama bir halt yediysem sorumluluğunu almam gerekiyordu. bir de bu halt birini ateşe vermek kadar dev bir şeyse bundan kaçışım yoktu.

gonna let it burn [yuwin]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin