sabahın ilk ışıkları gökyüzünün anlaşılmaz renklere bürünmesine sebep olurken kalktım ve inanılmaz bir sakinlikle kendime kahvaltı hazırladım. yapmam gereken şeylerin olmasıydı bana bu sakinliği veren, yapabileceğim şeylerin olmasıydı. yataktan ölü gibi kalkmadım bu sefer, kahvaltımı da oflayarak yapmadım. hatta koridorda karşıma çıkan lucas'a gülümseyerek günaydın bile dedim. yaraları düne göre daha iyi gözüküyordu, kendisi de formdaydı, bana birkaç şeytan esprisi yapmadan geçmemişti yanımdan. ilginç olan ve onu şaşırtan şuydu ki ben de gülmüştüm. kahvaltım boyunca da uyanır uyanmaz yaptığım gibi pencereden dışarı bakıp siyah bir pelerin görmeyi korkarak da olsa beklemiş olabilirdim, evet, ama sakindim. ben mutfaktan çıkarken beş kişiden oluşan ilk devriye de ağaçlığa giriyordu. babam salonda oturmuş kalanlarla durum değerlendirmesi yaparken alt katın mutfağına girdim. nora ve cora karşılıklı oturmuş kahvaltı yapıyorlardı, beni gördüklerinde ifadeleri değişmese de susup beklediler.
"öğrenmek istiyorum." dedim sessizce. hemen duvarın arkasında, babamın ne dediğimi duyduğunu gayet iyi biliyordum. "daha önce kazayla da olsa, garip şekilde de olsa kurda dönüştüm. farkında olmadan da olsa babamın nane kokusunu aldım. öğrenmek istiyorum, bu şeyi..." durakladım. denemeyi istediğim şeyle deli gibi korktuğum şey aynıydı, biliyordum. ikisinin yüzünden de şaşkınlıkları okunurken arkamdan mutfağa giren kişi babamdı. bu sürünün lideri, alfası, ailelerinin koruyucusu kurayami'ydi. "kurdumu kontrol etmeyi en azından denemek istiyorum. bunca şey olurken öylece bekleyemem."
nora tatmin olmuş şekilde babama gülümserken cora ayaklanıp omzumu sıvazladı.
"sana demiştim." diyen nora'nın neyi kastettiğini anlamasam da pek umursamadım. babamın yorgun ve yüksek ihtimalle uykusuz yüzündeki gururlu ifade görülmeye değerdi. mutfak kapısında belirmiş bana destek olurcasına bakan shotaro ve yangyang'ın arkasında duran mark, ne yapmaya çalıştığımı anlamamış gibiydi.
"o zaman vaktimiz kısıtlı olduğuna göre hemen başlayalım."
cora kahvaltısını bile bitirmeden beni orta bahçeye sürükledi. direnmedim. bu seferki korkum da farklıydı, ilginçti ama bu sefer başaramamaktan korkuyordum. düne kadar dönüşebileceğim o şeyden korkarken tam şu an, o şeye dönüşememekten, o şeyi kontrol edememekten korkuyordum. bir gecede bu denli büyük bir değişimi ben de beklememiştim. annem görseydi, annem burada olsaydı o da gurur duyardı, muhtemelen.
cora önce üstümde beklentiden kaynaklı bir baskı hissetmemem için etrafımızda kim varsa, babam dahil, herkesi "işiniz gücünüz yok mu sizin, hadi gidin savaş planı falan yapın." diyerek kovdu, sonra tamamen ona odaklanmamı istedi. ne görüyorsam söylememi, dikkatimi çeken her şeyi utanma sıkılma olmadan tek tek saymamı istedi.
"siyah kıvırcık uzun saçlar, keskin gözler, geniş güçlü omuzlar, güçlü ama kısa kollar, kısa boyun, iri göğüsler, ince bel, geniş kalça ve kaslı üst bacaklar, alt bacakların nispeten daha cılız. dengeni sağlaman zor olur muhtemelen ama bu açığı kapayacak bir sürü saldırı hamlen olduğuna eminim. odağını asla kaybetmiyorsun, seni incelerken sadece gözüme bakıyorsun, diğerlerine göre daha yavaş soluk alıp veriyorsun, tırnakların bu halleriyle bile bir boğazı parçalayabilir gibi görünüyor."
"güzel, lucas sana iyi öğretmiş anlaşılan. peki kokum?" diye sordu.
"düne göre daha seyrek bir çöp." dedim mahcup şekilde.
"gözlerini kapat."
dediğini yaptım.
"seni öfkelendirerek çok rahat bir şekilde kurdunu tetikleyebilirim winwin. ama anlık öfke hiçbir zaman kontrolü kolaylaştırmaz. ya farklı bir duygu bulmak zorundasın ya da artık kine dönüşmüş, yıllanmış ve harareti azalsa da yerini koruyan bir öfke kaynağı bulman gerek."